21:51 Işan-mollalar Türkiýäni halas edip bilerler! | |
DİN ADAMLARI TÜRKİYE’Yİ KURTARABİLİRLER!
Jemgyýetçilik tankydy
Öteki mahalleden gelip, Hürriyet’in başyazarlığına kadar yükselme başarısı gösteren Müftü çocuğu ve İmam Hatipli Ahmet Hakan, İzmir depreminde, 65 saat sonra enkaz altından çıkarılan 3 yaşındaki Elif isimli küçük kızın, kendisini kurtaran İBB İtfaiyesinden Onbaşı Muammer Çelik’in başparmağına tutunmasından hareketle “Ah o parmağın tutuluşu” başlığını koyduğu 3 Kasım 2020 tarihli yazısında tarikatlara fena çakarak demiş ki: “Hayır hasenat işlerinde en önde koşması gereken yapılar değil midir bunlar? Biz neden bunları siyaset peşinde, kadro peşinde, kadınlara akıllar verme peşinde, cinsellik ölçüleri koyma peşinde koşarlarken görüyoruz da… Deprem bölgesinde göremiyoruz? – Neden İzmir’de değiller Cübbeliler, Menziller, Nakşiler? – Neden koşturmuyorlar ahaliye yardım için? – Neden bir çorbacık dağıtıp “Allah razı olsun” dedirtmiyorlar? – Neden bir derde merhem olmayı düşünmüyorlar? – Neden herkese “Helal olsun adamlara” dedirtmiyorlar? Neden? Neden? Neden? Tarikatçılık ya da cemaatçilik… Milletten paralar toplayıp koca koca binalar dikmek midir? Holdingler kurup parayla oynamak mıdır? Müritleri devlet kadrolarına yerleştirmek için çırpınmak mıdır? Ondan sonra da sorarlar: Sen niye bu tarikatlara falan mesafelisin diye…” ■ İNSANLIK ANITI[/i] Ahmet Hakan’ın yazısının başlığına esin kaynağı olan fotoğrafı görünce, 2 Kasım günü “İnsanlık Anıtı” başlıklı şu yorumu yapmıştım sosyal medya hesabımda: “İnsanlığın anıtı yapılacak olsa benim favorim işte bu pozdur. 65 saat sonra enkaz altında kendisini kurtarmaya gelen İBB İtfaiye Onbaşı Muammer Çelik’in başparmağına tutunan 3 yaşındaki minik Elif…” ■ ŞEYHLER, GAVSLAR, EFENDİLER SİZ NEDEN YOKSUNUZ İZMİR’DE? Hürriyet’in başyazarı Ahmet Hakan’ın sorduğu soruyu bir kere de biz soralım biraz genişleterek; Neden İzmir’de değiller Cübbeliler, Menziller, Nakşiler, Kadiriler, Rüfailer, Uşşakiler, Aczimendiler? Şeyhler, Gavslar, Efendiler, neden yoksunuz sahi İzmir’de? Yoksa bilinçaltınızda hâlâ “Gâvur İzmir” kabulü mu yatıyor boylu boyunca? Cübbeli Ahmet Hocam, İstanbul’da yapılan tekrar seçim öncesinde; [i]“Burada İmamoğlu meselesi yoktur. Bir figür vardır, arka plan vardır. Çok büyük oyun vardır. İstanbul’daki birçok hizmetin akamete uğraması, İslam aleminin faydasına olan bütün hizmetlerin geri durması, akabinde daha büyük zelzele ve depremlerin peşine getirilmesi suretiyle, Gezi’deki hareketler gibi, arkasını getirmek isteyeceklerdir. ‘Binali Bey’e ben kaybettirdim’ diyen, kimi kazandırdığını söylemiş oluyor ve haram işliyor. Fıkıhla fetva veriyorum. Fıkıh heyetiyle görüştüm, Ulemayla istişare ettim” diyen siz değil misiniz? Bakın sizin seçilmesine karşı çıktığınız İmamoğlu’nun yönetmiş olduğu belediyenin itfaiye ekibi, İzmir’de tırnaklarıyla kazıyarak ve Ahmet Hakan’ın yazısına ilham kaynağı olacak şekilde küçük Elif’i 65 saat sonra da olsa göçük altından çıkarırken, siz yoksunuz ortalıkta. Onun için de Ahmet Hakan’ın gözleri, haklı olarak sizleri arıyor İzmir’de, Bayraklı sokaklarında! ■ İSLAM DİN BARONLUĞU TARİH OLURKEN Bütün Türkiye okuduğu halde, sanırım Ahmet Hakan okumamış geçtiğimiz 31 Mart 2020 günü yazdığım ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran, birçok köşe yazarınca alıntılanan ve Diyanet İşleri Başkanlığını ayaklandıran “İslam Din Baronluğu Tarih Olurken” başlıklı yazımızı. Eğer okusaydı, tarikatlara böyle abanmaz, böyle çakma lüzumu duymazdı. İşte o yazımız: “Virüs salgını sebebiyle, Kâbe’nin ve peygamberin kabrinin ziyarete kapatılması, UMRENİN ve muhtemelen HACCIN yasaklanması, camilerin CUMA dahil toplu namazlara yasaklanması, yaklaşan Ramazan sebebiyle TERAVİHLERİN ve toplu İFTARLARIN yasaklanacak olması, abuk subuk İFTAR çadırlarının kurulmayacak olması, uydurma KANDİL günlerinin kutlanmaması, hem gerçek (indirilmiş) İSLAMIN yeniden keşfi, hem de yobazın elindeki din enstrümanının alınması bakımından kesinlikle hayra alamettir. Yobazın din enstrümanını öttürmesi ve din üzerinden Müslümanları sömürmesi bundan sonra hiç de kolay ve inandırıcı olmayacaktır artık. Çünkü insanlar, din bezirganlarının savunageldiği birçok şeyin aslında terk edilebilir olduğunu, dolayısıyla dinden bir parça olmadığını, insan sağlığının her şeyin ve bu arada ibadetlerin de üstünde olduğunu görmüş oldular. Ya da görmüş olmalılar! Yani, haccın, umrenin, cumanın, bayramın, toplu namazın, toplu iftarın, gerektiğinde terk edilebilir olduğunu gördü insanlar. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Din ve din adamları da eskisi gibi etkili olmayacak toplumsal hayatta. Din ferdileşecek, vicdanileşecek, yani olması gereken yere, Tanrı ile kul arasına yerleşecektir. Dini söylemler eskisi gibi etkili olmayacak ve din siyaseti de bundan nasibini alacaktır. LAİK demokrasiler daha da güçlenecektir. Dün, “İçinde alkol var. Abdestim bozulur” diyerek eline kolonya sürmeyenlerin bile bugün neredeyse kolonya ile banyo yapacaklarını, ayrıca kolonya ve dezenfektan yapımında kullanılan etil alkol ithalatındaki gümrük vergisinin sıfırlandığını gördükçe düşüncelerim kökünden sarsılıyor! Cübbeli/cübbesiz, sarıklı/sarıksız din baronları, şarlatanlar ve ekran bülbülleri eskisi gibi ötemeyeceklerdir bundan sonra. Tarikat şeyhlerinin ve cemaat liderlerinin otoriteleri kökünden sarsılacak, inandırıcılıkları ve etkileme güçleri azalacaktır. Bilim adamlarının, rakı ve şarabın koronanın ilacı olduğunu söylemeleri halinde, pek çok tarikat şeyhinin, cemaat liderinin ve sair din adamının içki içmeye başlayacağına, üstelik bunu besmele çekerek yapacaklarına, sonunda da ‘Afiyeti şifa olsun’ diyeceklerine kesin inanıyorum artık! Özetle; korona salgını ‘Her şerde bir hayır vardır’ sözünü bir kere daha apaçık göstermiştir bize.. 31.03.2020/06.30 Ömer Sağlam” ■ DİN ADAMLARI TÜRKİYE’Yİ KURTARABİLİRLER Yukarıda dedim ki; “31 Mart 2020 günü yazdığım ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran, birçok köşe yazarınca alıntılanan ve Diyanet İşleri Başkanlığını ayaklandıran ‘İslam Din Baronluğu Tarih Olurken’ başlıklı yazımız bütün Türkiye okuduğu halde Ahmet Hakan okumamış!” Peki bu yazı, kamuoyunda ve sosyal medyada neden bu kadar rağbet gördü ve paylaşım rekorları kırdı? Okuyucuya enteresan gelen yazının içeriği değil, yazarının unvanıydı aslında! Zira ben asla kullanmadığım halde, benim geçmişimi ve Türkiye Diyanet Vakfı’nda Müfettiş olarak çalıştığımı bilen (ismi bizde mahfuz) önemli bir yazar dostum ve ağabeyim, yazıyı “Eski Diyanet Müfettişi Yazar Ömer Sağlam’ın yazısı” tanıtımıyla paylaşmış sosyal medya hesabında. Haliyle kendisini takip edenler de aynı şekilde zincirleme olarak paylaşmışlar yazıyı. Böyle olunca; bir Diyanet Müfettişi’nin dine ve tarikatlara, alışılmışın dışında bakışı, ilginç gelmiş insanlara ve hurra, paylaşan paylaşana! İlk işim beni “Eski Diyanet Müfettişi Yazar Ömer Sağlam” olarak tanıtan dostumu uyarmak ve yazının tanıtım kısmını düzelttirmek oldu ama artık iş işten çoktan geçmişti. Ertesi gün müydü ikinci gün müydü bilmiyorum; Diyanet’ten bir dostum aradı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, benim “Diyanet Müfettişi unvanını kullanıp kullanmadığım konusunu” soruşturmak için bir müfettiş görevlendirdiğini söyleyince çok şaşırdım. Böyle bir densizliği yapmıyordum ama yapsam kim ne diyebilirdi? Çünkü ben 20 küsur sene boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı’nda değil ama idari yönden ve faaliyetleri itibarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ile iç içe girmiş Türkiye Diyanet Vakfı’nda Müfettiş olarak çalışmıştım. Şimdi emekliyim ve Diyanet Vakfı’ndan başka hiçbir kurum veya kuruluşta da çalışmadım. Peki bu durumda benim kendimi nasıl tanıtmam gerekiyor? Buna rağmen 2 Nisan günü bu konuda açıklama yapma gereği duydum sosyal medya hesabımda(*) * * * Yeri gelmişken açıklama gereği duydum ama asıl söylemek istediğim bu değil tabii. Asıl söylemek istediğim, Diyanet’in mevcut din söylemi ve din va’zı ile tarikatlara yaklaşımının, milletimizi tatmin etmediği ve milletin yeni dini söylemlere ve yeni bir din va’zına, tarikatların da bir an önce hala yola koyulmasına, adeta açın ekmeğe, susuzun suya ihtiyaç duyduğu derecede ihtiyaç duyduğudur. Zira bizim, Diyanet’in geleneksel söyleminden farklı şekilde ele alarak kaleme aldığımız küçücük bir yazı bile kamuoyunda heyecan yaratmış, yankı uyandırmıştır. Bu yankının sebebi, yukarıda da dediğim gibi konunun farklı şekilde ele alınışı değil, elbette bir dostumuzun beni, kullanmadığım bir unvanla tanıtımı sonucu, eski bir Diyanet Müfettişi’nin, Diyanet’in söylemlerinden farklı şeyler söylüyor olmasıydı. Demek oluyor ki; halen görevde olan bir Diyanet çalışanı aynı şeyleri söylemiş olsa, belki de yer yerinden oynayacak, elbette bugünkü şartlarda hemen paspas edilip bir kenara atılacaktır! Esasen, Diyanet çalışanlarının emekli olduktan sonra az çok cesur söylemlerde bulunmalarının sebebi de budur; yani bir Diyanet çalışanı, Diyanet’in dini söylemlerinden ve tarikat yaklaşımından farklı bir tutum takınırsa, idari bakımdan ezileceğini ve üzerinde mobing uygulanacağını bilir. Çalışırken dut yemiş bülbül gibi davranan bazı insanların emekli olduktan sonra şakımalarının sebebi de budur ki; bu durum, esasen resmi olsun, özel olsun, ülkemizdeki bütün kurumlar için geçerlidir. Mesela devletin memuru olan hangi ekonomist, hükümetten bağımsız hareket edebilir, hükümetten farklı ekonomi takip edebilir? Faizler konusunda iktidarla ters düşen Merkez Bankası Başkanları’nın peş peşe görevden alındıkları herkesçe malumdur. Oysa ne din, ne de bilim, siyasetin gölgesinde kalamaz. Kalırsalar, önce yozlaşıp yoldan çıkarlar, sonra da çürüyüp ölürler. Milli Mücadele’de dinin ve din adamlarının rolü üzerine kitap yazmış bir adam olarak iddia ediyorum ki; din adamları bu ülkeyi ayağa kaldırıp, bu milleti uyandırabilirler. Ancak kusura bakmasınlar, din adamlarımızın önemli bir bölümü bilgi, görgü, dini ve dünyayı anlama bakımından, din vazettikleri toplumun çok gerisindedirler… Bereket versin; salgın yüzünden bu günlerde camiye gidemiyoruz da vaiz efendilerin çağın gerisinde kalmış bilgileri satmaya çalışmalarına şahit olup kahrolmuyoruz… Ömer SAĞLAM 06.11.2020 (*) https://www.facebook.com/omer.saglam.148/posts/10158474676474396 | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |