13:21 Tasawwufda zenan | |
TASAVVUF'TA KADIN
Allah Teâlâ, Adem (as)’ı topraktan yaratmış ve Havva (rah)’ yı da Adem (as)’ ın sol kaburga kemiğinden çıkarmıştır. Bu bakımdan kadın erkeğin bir cüzüdür (parçasıdır). Kadın bu nedenle erkekten bir derece eksiktir. Erlik asıldadır ki o Adem’dir. Dişilik ise fer’dedir ve o da Havva’dır. Adem nitelikleri birleştirmek içindir, Havva ise zatları ayrıştırır. Dolayısıyla kadın fiil ve ekin mahallidir. Havva, kaburgadaki eğiklik nedeniyle kaburgadan meydana getirilmiştir. Bu sayede çocuğuna ve kocasına muhabbet besler. Erkeğin kadına düşkünlüğü ise gerçekte kendisine olan düşkünlüğüdür. Erkekte kaburga sevgi ve düşkünlük demektir. Kadının aklı, yaratılış gereği, aslı olan erkekten aldığı kadarını bilebilir. Dolayısıyla kadın akıl bakımından erkeğe göre eksik sayılır. Cuma namazı akıl şartına göre vacip olmuştur. Bu nedenle Cuma namazı yalnız erkeğe farz kılınmıştır. Cuma namazı kadına farz değildir. Kadın Allah’ın zati birliğini akıl edebilir, fakat bu birlikle O’nun ilah olduğunu bilebilmeyi birleştiremez. Erkek ise Allah’ın zati birliğini bilir ve O’nun ilah olması ile birleştirebilir. Bu kemal mertebesidir. Ancak bu kemal mertebesine ulaşmış istisnai kadınlar da vardır. Örneğin Meryem (rah) ve Asiye (rah) bu mertebeye ulaşmışlardır. Kadınlarda din eksikliği amel ölçüsündedir. Amel bilgiden meydana gelir; bilgi ise bilenin kabiliyetine bağlıdır; kabiliyet ise yaratılış esnasındaki istidada bağlıdır. Kadının istidadı erkeğinkinden eksiktir. Çünkü kadın erkeğin bir parçasıdır. Bu nedenle kadının dinini kabul etmesi erkekten daha az olmuştur. Erkek karşısında kadın, ilahi emir karşısındaki doğa gibidir. Çünkü kadın, çocukların varlıklarının ortaya çıktığı yerdir; doğa da ilahi emirle cisimlerin ortaya çıktığı yerdir. Dolayısıyla, kadın ile doğanın mertebeleri ve görevleri aynıdır. Doğanın mertebesini bilen, kadının yaratılıştaki yerini de bilir. İlahi emri bilen, erkeğin yaratılıştaki mertebesini bilir. Allah’ın dışında bulunan bütün varlıklar bu iki hakikate dayanırlar. Bu karşılaştırmaya dayanarak, şunu ifade edebiliriz: Nasıl alem, Allah’ın edilgeni olup Allah’a denk değilse, kadın da erkeğin edilgeni olup erkeğe denk değildir. Nasıl Allah, alemde fail ise erkek de kadında faildir. Erkek ile kadın arasındaki yaratılış özelliği, aynı şekilde ilk akıl ve tümel nefis arasında vardır. Çünkü Allah Teâlâ, ilk akıldan tümel nefsi çıkararak onları çiftleştirmiştir. Bu çiftleşmeden ilk doğan şey tümel doğadır. Aynı şekilde Allah, insanların ortaya çıkması için, Adem’den Havva’yı çıkarmış ve o ikisini çiftleştirerek Havva’dan çocuklar doğmuştur. Şehvet insanın yaratılıştaki en asli özelliğidir. Şehvetten kurtulmak ve ondan vazgeçmek mümkün değildir. Çünkü, şehvet duygusu, dünyanın yaratılış hakikatinden ortaya çıkmıştır. Kadın nefis demektir. Bu nedenle nefis kaynaklı bütün düşünceler avrettir. Yani nefis kaynaklı bütün düşünceler kişinin kendi içinde kalması ve dışarıya ifşa edilmemesi gerekir. Kadın haccın hükümlerinin çoğunda erkekten farklı bir duruma sahiptir. Çünkü kadın erkeğin bir parçasıdır. İnsan olmada aynı olmakla beraber, her ikisine de geçici olarak ilişen durumlar onları farklı hale getirmiştir. Bu geçici neden, erkeklik ve kadınlıktır. İhramda dikişli elbise erkeğe yasaklanmışken kadına yasaklanmamıştır. Bunun nedeni erkeğin yalınlara yakın olmasıdır. Kadın ise bileşikten (yani Adem) yaratılmıştır. Dolayısıyla kadın erkeğe göre yalınlardan daha da uzaklaşmıştır. Dikişli elbise bir bileşiktir. Bu nedenle kadına “aslını koru” denilmişken, erkeğe “bileşiklikten uzaklaş” denildi. Erkeğin yalınlığa yaklaşabilmesi için dikişli elbiseden uzak durması emredildi. İbn Arabi Hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında kadın hususunda şunları söylemektedir: “Kadın erkeğin bir parçasıdır. İnsan olmada ortak olsalar bile, her ikisine geçici olarak ilişen durumlar onları farklılaştırmıştır. Bu geçici neden, erkelik ve kadınlıktır. Kadın erkeğin edilgeni olarak yaratıldı. Bunun amacı, sayesinde efendiliğinin ortaya çıktığı kimsenin sevgisiyle, erkeğin kadına sevgi duymasını sağlamaktır. Öyleyse erkek kadını, efendi olmasını sağlayan olarak sever. Kadın ise, parçanın bütününe duyduğu sevgi şeklinde erkeği sever ve ona ilgi duyar. Başka bir ifadeyle kadının erkek sevgisi bir tür vatan sevgisidir, çünkü erkek kadının vatanıdır. Bununla birlikte bu sevgiye, her birinin diğeri için şehvet ve haz vasıtası olması eklenir. Kuşkusuz kadın, kemal ve yetkinlikte erkeklerin derecesine ulaşabilir. Bazen erkek kadından daha aşağı bir derecede bulanabileceği gibi, bazen ibadetlerin hükümlerinde bir araya gelir veya ayrılabilirler. Şu var ki erkeğin aklı kadınınkinden üstündür, çünkü erkek (kadını tanımazdan) önce Allah’tan akıl eder (ve öğrenir). Erkek, kadından önce var olmuştur ve ilahi emir yinelenmez. Önceki için gerçekleşen bir müşahede sonradan gelen adına gerçekleşmez. Çünkü Allah Teâlâ bir surette iki kere (aynı şekilde) tecelli etmeyeceği gibi, iki şahıs için bir surette de (aynı şekilde) iki kez tecelli etmez. Bu durum ilahi genişlikten kaynaklanır. Erkeğin kadından fazlalaşmasını sağlayan derece budur. Bütün nerede, parça nerede! Kemalde kadın erkeğe ulaşsa bile, söz konusu olan özel kemaldir. Allah erkeği –ki Adem’dir– kendi suretine göre yaratmış; Havva ise Adem’in sol kaburgasından Adem’in suretine göre yaratılmıştır. Bu nedenle Havva eksik kalmış ve onun eğikliği doğruluğu sayılmıştır. Bu nedenle Havva’nın ilgisi, çocuklarına ve kocasına ait olan hazinelere yönelmiştir. Bu durum (Havva’nın kendisinden yaratıldığı kaburgaların insanı koruması gibi) kaburgaların sahibinin yararı için, kaburganın altındaki ciğerleri, mideyi vs. şeyleri korumasına benzer. Öyleyse kadının (veya kaburganın) eğikliği, kendisinden istenilen doğruluğun ta kendisidir. Kavisin eğriliği onun doğruluğudur. Onu bilinen çizgisel bir doğruya zorlarsan, kırarsın ve istediğini elde edemezsin. Böyle yapman, söz konusu şeye özgü doğruluğu bilemeyişinden kaynaklanır.” Tasavvufta bazı sufilerin kadınlara bakış açılarının, feministleri kıskandıracak bir seviyede olduğunu görürüz. Bu bakımdan tasavvuf, İslam kültür ve düşünce tarihinde kadına en çok değer veren ve kucak açan disiplin olmuştur. Molla Câmî (ks), kadın sufileri ululama konusunda şu mısraları söylemektedir: “Dediğim gibi olursa kadınlar Rical (erkek) üstüne fazlında ne şüphe var? Müzekkerlik (erlik) değildir ay için iftihar Müenneslikten (dişilik) dolayı güneşe de gelmez ar.” 2. hicri asırdan itibaren kadınlar kendilerine mahsus tekke ve zaviyelerde mürid (talebe) olmuşlar ve daha sonraları (örneğin Mevlevilikte) halife makamına oturmuşlardır. Buna karşı medreselerde durum böyle değildi. Medreselerde hocalık veya talebelik yapan kadınlara rastlanmaz. Anadolu’da tarikat şeyhlerinin hanımlarına “ana-bacı” adı verilirdi. Sünnî tarikatlarda kadınlar erkeklerle birlikte sohbet meclislerine katılmaları, zikir, sema gibi ayinleri birlikte yürütmeleri caiz değildir. Bu nedenle ana-bacılar şeyh ve kadın mürid arasında vasıta olurlardı. Şeyhin verdiği talimat ve uygulamalar, ana-bacılar tarafından kadınlara bildirilirdi. Fakat aynı ilişki medreselerde geçerli değildi. Tasavvufta kadının mülk aleminden, erkeğin ise melekût aleminden halk edilmiş olduğu kabul edilir. Bu nedenle erkekte akıl yönü ağır basarken kadında duygular ağır basar. Erkek manaya yönelirken, kadın maddeye yönelir. Bu nedenle, kadında dünya sevgisi, maddiyat sevgisi, gösterişli eşya sevgisi, altın, takı sevgisi ağır basar. Erkek ruh mertebesinde, kadın ise nefis mertebesindedir. Erkek etken olup kadın edilgendir. Bu nedenle kadınların kemal derecesine ulaşması erkeklere göre daha zordur. Resulallah (sav) şöyle buyurmuştur: “Erkeklerden bir çoğu kemale ulaşmışken, kadınlardan ise Meryem ve Asiye buna ulaşmıştır.” Tasavvuf’ta mürşidlik yapan kadınların olmasına rağmen, kutupluk makamında kadın yoktur. Kırklar makamında bazı kadınların olduğu bilinmektedir. Fakat kadından peygamber ve kutup yoktur. Bununla beraber kadının fiillerinden yaratılan melekler, erkeklerin fiillerinden yaratılanlardan daha güçlüdür. Bu nedenle kadının şehadet (görünen) alemdeki tesiri ve himmeti daha kuvvetlidir. • Ez-Zâhir isminin kadında tecellisi Kadın, Allah’ın Tekvin (yaratma) sıfatının mazharıdır. Bu yüzden kadında Allah’ı müşahede etmek en kâmil bir müşahededir. Bu konuda İmam Rabbânî (ks) Hazretleri Mektubat-ı Rabbânî adlı kitabının 1. mektubunda şöyle yazmaktadır: “Tarikatta seyrü sülûke devam ettiğim sırada, Allah’ın ez-Zâhir ismine ait açık bir tecelliye müşerref oldum. Öyle ki, artık bu isim tek tek herşeyde bana tecelli etmeye başladı. Özellikle kadın suretinde, hatta kadınların tek tek bütün uzuvlarında…” Bu ifadeler İmam Rabbânî hakkında yanlış düşüncelerin ortaya atılmasına neden olmuştur. Oysa bu karşı çıkmalar tamamen yanlıştır. Çünkü Allah Teâlâ daima eşyaların suretlerinde insanlara tecelli eder. Hiçbir zaman kendi zatı görülmez. Ez-Zâhir isminin bazı eşyalar üzerinde tecelli etmesi normaldir. İmam Rabbânî yukarıdaki mektubunda şöyle devam etmektedir: “… Bunun gibi bütün yiyecek, içecek ve giyeceklerde de tek tek aynı tecelli ile karşılaştım. Bu tecellilerde bulunan güzellik ve letâfet, mükemmel sofraların lezzetli yemeklerinde ve diğer herhangi bir şeyde bulunmuyordu... Ne var ki, bu tecellilerin özelliklerini yazı ile anlatmam mümkün değil! Ama şunu belirtmeliyim ki, bütün bu tecellileri yaşadığım sırada daima Refîk-i Âlâ’yı (Allah’ı) arzulayıp durdum. Elimden geldiği kadarıyla ondan başka hiçbir şeye iltifat etmemeye çalıştım.” Allah Teâlâ’nın ez-Zâhir isminin çeşitli eşyalardan tecelli ettiği başka kaynaklardan da bilinmektedir. Kuran’da bildirildiği üzere Allah Teâlâ, Musa (as)’a bir ağaçtan tecelli etmiş ve onunla konuşmuştur. Bu durum, Allah’ın eşyanın içine girdiği (hulûl) anlamına gelmez. Çünkü eşyada zuhur eden Allah’ın kendisi değil, O’nun isim ve sıfatlarıdır. Ez-Zâhir isminin kadın şeklinde tecelli etmesinin nedeni, kadınların cemal (güzellik), letâfet ve şefkat yönünden erkeklere nazaran daha baskın olmaları olabilir. Böylelikle kadınların ilahi güzelliği ve rahmeti daha iyi yansıtabileceği düşünülebilir. • Nikâhın hikmeti Manevi mertebede nikâh, Hakk’ın bilinme arzusu ve iradesiyle imkân mertebesinde bulunan mümkünü var etmeye yönelmesidir. Bunun amacı, bir sevincin tahakkuk etmesidir. Bu nedenle, kadın ve erkek arasındaki evliliğin maksadı çocuk meydana getirmekten çok haz (zevk) almaktır. Bu cennette de aynı olacaktır. Bu bağlamda nikâhta, insanın ilahi suret üzerinde yaratılmış olması ile bir özdeşleşmesi söz konusudur. Allah Teâlâ 4 kadınla evliliği müsaade etmiştir. Bunun nedeni, 4 sayısının en geniş makama haiz olmasıdır. 4 sayısının bu genişlik makamına haiz olmasının nedeni, kemâl özelliğine haiz olan 10 sayısını içine almasıdır. Çünkü 1’den 4’e kadar olan sayıların toplamı 10’a eşittir (1+2+3+4 = 10). Nikâh erkek için bir vuslattır. Çünkü erkek kadını sevdiği için vuslat istedi. Yani muhabbetteki vuslatın gayesini diledi. Unsurlardan oluşan bu yaratılış suretinde, nikâhtan daha büyük bir vuslat yoktur. Bundan dolayı şehvet duygusu vücudun bütün zerrelerine yayılır. Bu nedenle insan vuslattan sonra, yani cinsel birleşmeden sonra, güsul etmekle (boy abdesti) emir olunmuştur. Bedende şehvet hasıl olunca insan nasıl bütün ve vücudundaki bir sarsıntı ile kendinden geçiyorsa, temizlik ve yıkanma mecburiyeti de bütün vücudu kapsayacak şekilde umumi olur. Çünkü Allah, gayreti yönünden kulun kendisinden başkasıyla zevk ve lezzet duymasını istemez.】]】]】 Erkeğin Hakk’a ait görüşü kadında daha tam ve kâmil olur. Çünkü erkek Hakk’ı, hem fail (etken) hem de münfail (edilgen) olması bakımından görür. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), Hakk’ın kadında bu tam görünüşünden dolayı kadına muhabbet gösterdi. Çünkü Hakk, maddeden ayrı olarak hiçbir zaman görülmez. Zira Allah, Zatı itibariyle alemlerden gani (zengin) dir. Hakk’ı görüş imkânsız ve Hakk’ın görünüşü ancak maddede mümkün olduğundan, Hakk’ın kadında görünüşü şuhudun (gözlemin) en büyük ve en mükemmel derecesidir. Bu nedenle, vuslatın en büyüğü ise kadın ile erkeğin çiftleşmesidir. • Kadının annelik duygusu Kadının evlilikte en büyük kazanımı annelik duygusudur. Annelik duygusu ile kadınlar daha hisli, şefkatli, merhametli ve muhabbetli bir konuma yükselirler. Bunun sonucu olarak kadınlar, çocuklarının terbiyecisi, ailenin huzur kaynağı ve kocaların sükûna erdiği isimler haline gelirler. İffetli ve edepli annelerin elinde yetişen çocuklar da, bu tür çocuklardan oluşan toplum da yozlaşmaktan ve bozulmaktan kurtulur. Bu nedenle kadının toplumdaki değeri o toplumun geleceğini etkiler. Hz. Mevlânâ (ks) kadına çok önem vermiş ve onun anneliğine, Mesnevi’sinde şu beyit ile vurgu yapmıştır: “Kadın, Hakk nurudur sevgili değil; Sanki yaratıcıdır (doğurgan) yaratılmış değil.” Hz. Mevlânâ Mesnevi’sinde, annenin bin bir güçlükle dünyaya getirdiği yavrusunu, Allah’ın inayetiyle göğsünde hasıl olan sütüyle beslemesi gerektiğini belirtir ve eğer süt yerine başka bir gıdayla beslerse çocuğun zarar göreceğini ifade eder. Kadının cinsiyetinden çok kimliğine vurgu yapar ve kadına insan olarak yüksek bir paye verir. Hz. Mevlânâ, kadının saygı duyulması gereken bir varlık olduğunu ifade etmiş ve onun toplumdaki yerinin önemine işaret etmiştir. Kadınların da erkekler gibi, tasavvuf yolunda er kişi sayılabileceklerini ifade etmiştir. Kadını, Hakk’ın cemal tecellisi olarak görmüştür. Kadına karşı baskı ve şiddet uygulamanın cehalet olduğunu dile getirmiş ve akıllı insanların kadına karşı ölçülü ve saygılı davranacaklarını söylemiştir. Bununla beraber Mesnevi’de, kadın ile erkek arasındaki fark dile getirilmiştir. Hz. Mevlânâ’ya göre, erkeklerin kadınlara karşı üstünlüğü kazanç, kuvvet, mevki ve şöhret gibi dünya metaı bakımından değildir. Erkeklerin gerçek üstünlüğü, kadınlara nispetle akıbeti (sonu) daha iyi görebilmeleridir. Eğer bir erkek akıbeti görmezse o erkek, akıbeti gören kadına nazaran daha güçsüzdür. Bu görüşün nedeni, Hz. Mevlânâ’nın nefis ve hırsı kadın, aklı da erkek olarak değerlendirmesinden dolayıdır. Aklın, nefis için kıymetli bir yol gösterici olduğunu düşünür. Aile içinde erkek ve kadın, devamlı mücadele içindedir. Nefis, sevdalı kadın gibi bazen tevazu gösterir, bazen azametlenir. Erkek gibi olan akıl ise, daima Allah’ın rızasını kazanmayı düşünür. Bununla beraber bazı erkekler, nefislerine düşkünlüğü nedeniyle, kadın yürekli hatta ondan daha aşağı olurlar. Kadın ve erkek arasındaki bu tür karşılaştırmalar Mesnevi’deki beyitlerde yer yer dile getirilmiştir. Hz. Mevlânâ’ya göre hayatta asıl olan, evlilik ve onun zahmetine katlanmaktır. “Fîhi Mâfih” adlı kitabında kadınlarla birlikte yaşamanın çok sabır gerektirdiğini ve onlarla iyi geçinmenin gerekliliği konusunda şunları yazmaktadır: “Gece gündüz kavga edip bir kadının huyunu güzelleştirmek ve düzeltmek istiyorsun. Onun pisliğini kendinle temizliyorsun. Kendini onunla temizlemen, onu kendinle temizlemenden daha iyidir. Sen onun vasıtasıyla iyileş, güzelleş, ona doğru git. İmkânsız olsa bile onun dediği şeyi kabul et. Kıskançlık her ne kadar erkeklerin vasıflarından ise de, bu huyu bırak. Peygamberimizin gösterdiği şekilde, kadınların kaprislerine, kötülüklerine tahammül et ve bu suretle kendini iyileştirmek ve düzeltmek için evlen. O zaman güzel bir ahlâk üzerinde olursun.” Hz. Mevlânâ, insanlara yaptığı tavsiyeleri kendisi harfi harfine uygulamıştır. Bu nedenle kendisinin mutlu bir evlilik hayatı olmuştur. Hz. Mevlânâ tek eşli bir evlilik hayatı yaşadı. Eşinin ölümünden sonra bir evlilik daha yaptı. Kendisi ondan önce vefat etti. Evinde cariye kullanmadı. Evlenmek üzere olan oğlu Sultan Veled’e şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Allah için yüzümüzü ak etmek istersen, eşinin hatırını aziz tut; onunla her günü ilk gün, her geceyi gerdek gecesi say. Hani bir gün Hz. Peygamber (sav) kızı Fatma’yı hoş tutması için Hz. Ali (ra)’ye: ‘Fatma benim bedenimin bir parçasıdır.’ buyurmuştu ya. Eşin için sen de böyle düşün.” Evlilikte sabır ve şefkat göstermek bütün mutasavvıflar için bir ilkedir. Buna bir örnek olarak Şeyh Harakanî (ö. M 1033) hakkında Mesnevi’de anlatılanları verebiliriz: Şeyh Harakanî Hazretlerinin bir müridi bir gün bin bir sıkıntılı yolculuktan sonra şeyhini görmeye gelir. Kapıyı şeyhin karısı açar ve şeyh hakkında fevkalâde kötü ve hakaret edici sözler söyler. Onun bir sahtekâr ve riyakâr olduğunu söyler. Bu sözlere mürid çok üzülür ve ormanda şeyhini aramaya koyulur. Nihayet onu bulur. Harakanî bir aslan üzerine binmiş ve elinde kamçı olarak bir yılanı tutmaktadır. Müridi eşinin söylediklerini şeyhine anlatınca, o şöyle cevap verir: “Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim, aslan benim yükümü çeker miydi?” Bu nedenle, evlilik ve evlilikte sabırlı ve şefkatli olmak tasavvufun temel davranışlarından biridir. Aynı durum kadın sufiler için de aynıdır. Onlar da eşlerinin her türlü olumsuz davranışlarına karşı sabırlı ve şefkatli davranmayı ilke edinmişlerdir. Bütün bunlar nikâhtaki hikmetten kaynaklanmaktadır. • Sonuç Dünya üzerindeki bütün kültür ve düşünce sistemleri içinde, kadına en çok değer veren ve onu gerçek yerine oturtan İslam tasavvufudur. İbn Arabî, İmam Rabbânî ve Mevlânâ gibi İslam mutasavvıfları, kadının yapısının ve onun yaratılmasındaki amacın tam olarak ne olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu tespitler kadını, diğer kültür ve düşünce sistemlerinin veremediği ve düşünemediği bir mertebeye yükseltmiştir. Bu nedenle insanın yaratılışından bugüne kadar, kadın ve erkek arasındaki karşılaştırmalar ve değerlendirmeler, İslam tasavvufu ile gerçek ve tam bir yapıda açıklanabilmiştir. Bu yapının bütün Müslümanlar, hatta bütün insanlar tarafından iyi bilinmesi gerekir ki, kadın toplumda gerçek anlamda sevgi ve saygı görsün. • Kaynaklar “Fîhi Mâfih”, Mevlânâ, MEB Devlet Kitapları, İstanbul, 1974. “Fütûhât-ı Mekkiyye”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2007. “Mektûbât-ı Rabbânî”, İmam Rabbânî, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2008. “Mesnevî”, Mevlânâ, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013. “Mevlânâ’nın Kadına Bakışı”, Mehmet Demirci, Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fak. “Nefahâtül-üns-Evliya Menkibeleri”, Molla Abdurrahman Câmî, Marifet Yayınları, İstanbul, 1988. “Sufi Gözüyle Kadın”, Süleyman Uludağ, İstanbul, 1995. “Tasavvufta Kadın”, Hülya Küçük, S.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, Konya, 1997, Sayı:7, s.39. Yorum ve Eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |