21:25 Tilda ve diğerleri -14: Gül ağacı dibinde gözdağı | |
TİLDA VE DİĞERLERİ -14:
Detektiw proza
▶ GÜL AĞACI DİBİNDE GÖZDAĞI Previously on Tilda ve Diğerleri: Suadiye Hamiyet Yüceses sokağın köşesindeki dedektiflik bürosunun kahraman erkek kedisi Basti, geçirdiği tümör operasyonundan sağ salim çıkmıştı. Alt çenesindeki tümör çene kemiğinin ucuyla beraber alınmış, ağzının öteki tarafıyla kuru mama yemeye alışmış, komşu apartmanların bahçelerinde koşup oynamaya bile başlamıştı. HIDRELLEZ HİKAYELERİ Basti’nin iyileşmesinin sevincinin aksine dedektiflik bürosunda soğuk rüzgarlar esmekteydi. Türkiye’nin ilk Ermeni kadın dedektifi Tilda Ahırkapı, asistanı Mehmet Cinozoğlu ile yaptığı tartışma genç dedektifin sözü makyöz arkadaşı Tijen Hanım tarafından bölünmüştü: “Arkadaşlar! Bir saniye susun! Dünyada sizin saçma sapan tartışmalarınızdan daha önemli şeyler oluyor! Yeni Zelanda’da manyağın biri camiyi makineli tüfekle taramış ve bunu internetten canlı yayınlamış. Ölü sayısı 50.” Herkes sustu. Dünya her geçen gün daha çok ölüme, daha çok deliliğe daha çok tahammülsüzlüğe doğru dönüyordu. Kimse kimseye saygı duymuyor hatta, onun gibi giyinmiyor, onun gibi düşünmüyor, onun gibi görünmüyor, onun gibi konuşmuyor, onun gibi ibadet etmiyor, hatta onun gibi sevişmiyor diye karşısındaki insanın hayatına son verebilecek kadar kendini üstün görebiliyordu. *** Tilda ve Mehmet birbirleriyle konuşmamak için aynı anda büroda bulunmamaya çalışıyorlar, yanlışlıkla denk geldiklerinde ise birbirlerini görmezden gelerek bir bahane bulup büroyu terk ediyorlardı. Bu durumdan en çok Tijen Hanım etkileniyordu. Kendisi için çok kıymetli olan bu iki insanı ayrı ayrı önüne oturtarak konuşuyor, yine de barışmaları hususunda bir arpa boyu yol alamıyordu. Müslüman ve gayrimüslim toplumların yüzyıllardır dost olarak yaşadıkları bu Anadolu yarımadasında insanların en çok ayrıştıkları ve birbirine karşı kışkırtıldıkları dönem onlara denk gelmişti. Sanki oy, rant ve güç uğruna önce masum bir çocukmuş gibi başı okşanan azınlıklar sonra bu masumiyetlerinden faydalanılarak kendilerini savunamayacakları öngörüldüğünden bölücülükle, provokatörlükle suçlanıyorlardı da bütün bunların hıncı ve yükü Müslüman mahallesinde asla salyangoz satmamasına rağmen Tilda’nın ve büyükdedeleri Şırnak’ta yüzyıllarca her türlü dinle komşu yaşamış olmasına rağmen Mehmet’in omuzlarına binmişti. Neydi bu insan ırkının sırf inançları yüzünden birbiriyle alıp veremedikleri? Basti, eğer konuşabilse bunu sorardı elbet. Ama hayvanlar, yedi yaşında bir çocuğun tespit ettiği gibi insanlardan daha akıllıydılar çünkü onlar birbirleriyle konuşmadan anlaşabiliyorlardı. Dedektiflik bürosunun kahraman erkek kedisi Basti o sabah gezmeye gittiği komşu apartmanın bahçesinden dönmedi. Aksine deli gibi miyavlayarak Tilda ve Mehmet’le beraber tüm mahalleliyi başına topladı. Mehmet Basti’nin miyavlayıp durduğu yerde artık koca bir çalılığa dönüşmüş bir gül ağacının dallarını aralayabildiğinde boz renkli bir yavru köpeğin yarısını gördü. Köpek, gülün en kalın dalına neredeyse bir öküzü zapt edebilecek kalınlıkta bir zincirle sabitlenmiş, zincire de kilit vurulmuştu. Hayvancağızın gövdesinin görünmeyen yarısı ise toprağa gömülmüştü. Mehmet hayvanı oradan kurtarabilmek için yana yakıla büyük bir tel kesme aleti aradı. Herkes çırpınıp yardım etmeye çalışırken köpeğin bulunduğu apartmanın giriş katındaki büronun sahibi Muhasebeci Muhittin Bey önce telaşlı telaşlı köpeğin etrafında dolandı, sonra arabasına bindi ve gazlayıp gitti. Allah’tan biri itfaiyeyi aradı da itfaiye gelip o zincirleri kırınca minik yavru oradan kurtarılabildi. Mehmet toz toprağa bulanmış boz renkli yavruyu kucağına aldı, büroya taşıdı. Tilda “Aferin oğluma. Boşuna sana kahraman demiyoruz. Aferin Basti!” derken tombul siyah-beyaz kediyi kucağında severek büroya getirdi. Köpeğin canlılığından henüz bir gece önce oraya bırakıldığını, daha doğrusu canlı canlı oraya bağlanıp gömüldüğünü tahmin ettiler. Eliyle hayvanın ağzına su damlatan Mehmet, hayvanın hızlı hızlı yalanması ile “Yiyecek verelim buna. Çok acıkmışa benziyor.” dedi başında beklemekte olan Tilda’ya. Mehmet ve Tilda’nın ağzı var dili yok bir kurbanın başında sessizce barışmalarını için için gülerek seyretti Tijen Hanım. Mutfağa ıslak mama almaya giderken peşinden seğirten Basti’yle dertleşti: “Görüyor musun Basti? Ben bir aydır yalvarıyorum gelin barışın diye. Beni dinlemediler ama dişi bir yavru köpek otuz saniyede çözdü işi!” *** “Kim minnacık bir köpeğe böyle bir eziyet yapacak kadar zalim olabilir! Hem de bir öküzü bağlayacak kadar kalın zincirlerle!” diye sızlandı Tijen Hanım. Köpeğin açlıktan ölmüş gibi ıslak mama yiyişini seyrediyorlardı. “Hasmına anlamlı bir mesaj vermek isteyen bir düşman” dedi Mehmet. “Dün gece 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece idi. Hıdrellez gecesi yani…” “Hasmına mesaj vermek için bile olsa ancak bir erkek yapmış olabilir bu kötülüğü!” dedi Tilda. “Dinler üzerinden tartıştık şimdi de cinsiyetler üzerinden mi tartışacağız? İçine kötülük kaçmış, kışkırtılmış ya da intikam için yanan her insan böyle bir kötülük yapabilir. Erkek ya da kadın fark etmez!” diye söylendi Mehmet. *** Tilda ve Mehmet köpeğin zincirlenmesiyle ilgili etrafta oturan komşuları ve mahalle esnafını sorguladılar ama kimse bir şey görmemişti. Sanki görünmez bir el gelip köpeği bağlayıp gitmişti. Suçun faili ile ilgili ümitsizliğe kapılıyorlardı ki Basti yine tam zamanında ağzında bir Salem sigara paketi ile çıkageldi. “Oğlum gezip gelmen tamam da el alemin sokağa attığı çöpleri de eve taşımasan keşke” dedi Tilda Basti’ye gülerek. Koca erkek kedinin ağzından yere bıraktığı sigara paketini çöpe atmak için alan Tijen Hanım sordu: “Kim yarı dolu bir sigara paketini yere atar ki?” “Hiç kimse atmaz tabii ki!” dedi Tilda. “Düşürmüştür. Ver bakıyım şu paketi bana!” Sigara paketini eline alınca jelatine sıkıştırılmış minik bir de çakmak olduğunu gördü. Çakmağın üzerini sesli okudu: “Yıldırım Otel, Aksaray. Allah Allah? Ta Aksaray semtinden buraya nasıl geldi ki bu paket?” “Yıldırım Otel mi?” diye sordu Mehmet. Cebinden aynı çakmaktan çıkarıp Tilda’nın masasının üzerine bıraktı. “Sigara paketi senin mi yani?” dedi Tijen Hanım. “Ama sen sigara içmezsin ki!” “Yavru köpeğin bağlandığı apartmanda giriş katında bir muhasebeci bürosu var ya. Olayla ilgili soruşturmaya gittiğimde oradan aldım bu çakmağı. Muhasebeci Muhittin Bey kopuk bir kabloyu tamir etmeye çalışıyordu. Kabloyu soymasına yardım ederken bana vermişti çakmağı. Cebimde kalmış.” “Şimdiii… Anladığım kadarıyla elimizde yan apartmandaki bir muhasebeciden alınmış İstanbul’un karşı kıyısında bir semte ait bir çakmak var. Aynı apartmanın bahçesinde bir gül dalına zincirlenmiş bulunan bir yavru köpek bulduk. Ve Basti’nin muhtemelen aynı bahçeden bulup getirdiği yarım bir Salem paketinin içinden de bu çakmaktan çıkıyor. Tüm bunlar neden acaba?” diye sordu Mehmet. “Bakın, sigaralardan birinin izmaritinde kocaman bir ruj izi var. Bu paketin hangi şanslı hanımefendiye ait olduğunu öğrenince tüm bunların nedenini olduğunu anlayabiliriz sanırım.” dedi Tilda. *** Bir apartman bahçesinde zincirlenmiş ve yarı beline kadar gömülmüş bulunan yavru bir köpekle ilgili Orman Genel Müdürlüğü Doğa Koruma ve Milli Parklar Şubesi, polis, jandarma ve belediye barınağına kadar her yeri aradılar. Ama zavallı bir hayvana bu eziyeti yapanla ilgili hiç kimsenin hiçbir yaptırım yapamayacağını gördükten sonra pes ettiler. “Söz konusu hayvan sizin mi hanımefendi?” “Hayır benim değil, terk edilmişti.” “E nerden bildiniz? Belki köpeğin sahibi zincirlemiştir köpeği oraya. Size ne?” “Beyefendi yavru bir köpeğin sahibi olsanız, gül ağacının dibine yarı yarıya gömerek ve bir öküzü bağlayacak güçte bir zincirle bağlar mısınız hiç?” “Öküzü bağlayacak derken hanımefendi? Kime öküz dediniz siz?” “Size. Yani size iyi günler dedim beyefendi.” *** “Şu canına yandığımının memleketinde bir dala zincirlenip yarısına kadar gömülmüş bir yavru köpek için adalet sağlayacak kimse yok mu!” Mehmet isyan etmek üzereydi. Tilda çoktan isyan etmişti: “Şu canına yandığımının memleketinde tecavüz edildikten sonra bir rezidansın bilmem kaçıncı katından aşağı atılan bir üniversite öğrencisi genç kız için, yol kenarına fırlatılıp intihar etti diye yalan atılan 12 yaşındaki küçücük bir kız çocuğu için, taciz, tecavüz edilen, mobbing yapılan yüzlerce kız ver erkek çocuğu için adalet sağlandı da yavru bir köpek mi kaldı geride? Sen onu kurtararak deniz yıldızı misali hayatını değiştirdin ya yeter. Yoksa zalim birinin başka birine saçma bir gözdağı vermek istemesi yüzünden sönüp gidecekti hayatı zavallıcığın!” İzmaritteki dudak izinden DNA yoluyla şahsın kimliğini araştıradururlarken, ertesi gün yavru köpeğin zincirlendiği apartmanın giriş katında muhasebe bürosu işleten Muhittin Bey’in on beş yerinden bıçaklanmış olarak bürosunda ölü bulunduğu haberi geldi. Basti’nin sigara paketini hep oynadığı bahçe olan yan apartmanda bulduğunu tahmin ediyorlardı. Gül ağacının dibine zincirlenmiş köpek de aynı bahçede bulunmuştu. Üstelik o apartmanın giriş katındaki muhasebeci de öldürülmüştü. Bu kadar aksiyon Suadiye Hamiyet Yüceses sokak için bile fazlaydı. “Aşk tesadüfleri sever’miş” dedi Tilda. “Ama ben sevmem. Mesele bir olay yeri ise, tesadüf diye bir şey yoktur.” *** Suadiye Hamiyet Yüceses sokağın köşesindeki dedektiflik bürosunda: “Eğer bu yavru köpekle gözdağı verme işinin Muhasebeci Muhittin Bey’in ölümü ile ilgisi yoksa ben de dişimi kıracağım.” dedi Mehmet. Tijen Hanım dersine çalışmıştı: “Darda kalanların yardımcısı Hızır ve denizlerin hakimi İlyas peygamberlerin yeryüzünde buluştukları gün olduğu düşünülen 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece ve takip edilen gün Hıdrellez Bayramı kutlanır. Rivayete göre Hızır ve İlyas peygamberler her yıl bir gül ağacının dibinde buluşurlar. Ev, bağ, bahçe, hayırlı bir kısmet, iş, araba vesaire isteyen kimseler o gece bir gül ağacının altına istedikleri şeyin küçük bir modelini yaparlar. Buna göre bu köpeği buraya koyan da bir köpek arzulamış olabilir.” “Daha çok ya bana köpek gibi bağlanacaksın ya da öleceksin demek istemiş bence.” diye cevap verdi Mehmet. Tilda atıldı: “Muhittin Bey de bunu yapan kişiye köpek gibi bağlanmamasını on beş yerinden bıçaklanarak ödedi besbelli.” *** Aksaray Kocamustafapaşa Caddesi, Yıldırım Otel’de: “Polisle başı derde girmemiş orospu gördünüz mü hiç?” diye kocaman şuh kahkahasını atan kadın, sonradan yaptırdığı belli olan otuz iki porselen dişini göstermeyi de ihmal etmeden çakmak çakmak bakan tek gözüyle Mehmet’i süzerken bir Salem sigarası yaktı. Tilda’nın polis merkezindeki arkadaşı olan Komiser Okan sigara paketinin üzerindeki dudak izinden DNA tespiti yaptırdı. “Sigara paketinin sahibi Nuriye Hakyemez” dedi Komiser Okan. “Nam-ı diğer Çakarlı Nuriye. Bizim alemde iyi tanınır. Yıllar önce gözaltına alındığı zaman en gizli yerinde saklayarak nezarethaneye soktuğu çakmakla tüm parmak uçlarını yakmış o yüzden parmak izi alınamamıştı. Lakabı da buradan gelir zaten. Bunda yıldır saman altından çok su yürüttü ama polisle başını derde sokmadı hiç. O günden sonra da çakmak onun parmak izi gibi bir şey oldu.” Bu bilgilerden sonra Tilda ve Mehmet’in Çakarlı Nuriye namlı Nuriye Hakyemez isimli kadını, kağıt üzerinde değil ama el altından işlettiğini polis dahil herkesin bildiği Aksaray’daki Yıldırım Otel’in müdüriyetinde bulmaları çocuk oyuncağı olmuştu. “Demek kedinin ağzıyla getirdiği Salem paketimdeki dudak izlerimden buldunuz beni! Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde!” Son cümlesini Türk sanat musikisi nağmeleriyle söylemişti Çakarlı Nuriye. “Pek bir zahmet etmişsiniz. Ben zaten muhasebecime sık sık uğrardım. Söyleseydiniz, size de uğrardım canlarım benim! Üzüldüm tabii adamcağızın ölmesine. Çoluğu çocuğu yoktu ama olsun.” Çakarlı Nuriye oturduğu kocaman altın yaldızlı süslemeli patron masasından kalktı. Her biri orta boy bir karpuz kadar iri göğüslerini zor saklayan göğüs dekolteli kırmızı pullu elbisesinin renginde topuklu ayakkabıları ile seke seke masanın etrafında göndü, geldi, Tilda’nın yanındaki koltuğa oturdu. “Sen hiç aşık oldun mu güzelim?” Kocaman bir kahkaha daha attıktan sonra konuşmaya devam etti. “Ben maalesef oldum. Ben de gençtim, ben de güzeldim bir zamanlar. Olmaz olur muyum hiç? Adı Fatih’ti. Çok güzel elleri vardı. Gözleri de güzeldi. Uzun kirpikli. Ama sonra beni kuytuda ellemeye kalktı. Dul Nazmiye’nin kızı, koca memeli Nuriye. Niye ellenmesindi ki? Ortaokuldaydık. Fatih’e aşıktım ama ona bir kafa attım, çocuğun burnu kırıldı. Babam yoktu okula gelip beni savunacak. Okuldan attılar. Kiminin kaderini Mevlam, kiminin kaderini erkenden babası ölünce anasının dul kalması yazar. Senin dulluğun benim kulluğum diyor ya şarkıda. Hepsi yalan!” “Gözünüze ne oldu peki?” diye sordu Tilda. “Ha bu görmeyen gözüme mi! Hani o oryantal kurşunlatan türkücü yok mu! Hah, o geldi işte çalıştığım mekana bir gece. Salak beni çok sevmişmiş. Neymiş bana ev tutacakmış da bana bakacakmış da bilmem ne. Ben istemeyince gözümden vurdu beni!” “Nasıl yani gözünüzden kurşunlandınız ve beyniniz patlamadı mı!” Çakarlı Nuriye tekrar kafasını geriye atıp o şuh kahkahalarından birini patlattı. “Ya ne yapayım. Bu çöplükteki herkes sizin gibi akıllı akıllı sorular sormuyor ki! Hem ne deseydim? Denyonun biri ağzında sigarayla iş tutmaya kalkınca sigarayı gözüme soktu mu deseydim? Meşhur türkücü kurşun sıktı diye anlatınca daha çok hoşlarına gidiyor herkesin. Hem buradakilerin hepsinin beyin haşlama haptan kokainden! Gözümden kurşun yiyip de ölmediğime inanıyor hıyarlar!” Takma tırnakları kırmızı ojeli elleri biraz titreyerek bir Salem sigarası daha yaktı Çakarlı Nuriye. “Demek sen dedektifsin ha! Sen de veterinerlik öğrencisi ve aynı zamanda bu kadının asistanısın. Okusun tabii gençler. Ben orta ikiden terkim. Ömrümde hiç kitap okumadım. Gerçi bilirim okuma yazma ama neme gerek ki bu çöplükte? Parayı iyi bilirim ama ha! Dolar gördün mü ta 150 metreden tanırım yeşilini. Sahtesini de şıp diye anlarım! Bazı baldırı çıplaklar sahte parayı bize kakalamak isterler. Bak hele bak! Aldığı hizmet gerçek, verdiği para sahte! Şerefsize bak! Dürüp büküp bir taraflarına sokmuşluğum vardır o paraları yani o derece! Tilda sigara dumanının yüzüne yüzüne geldiği taraftan kalkmaya çalışırken çantası elinden düştü. İçinden bir kitap fırladı. “Şu kitap ne? Ömrümde hiç kitap okumadım dedim ya. Okusana biraz bana ondan.” dedi Nuriye. Şimdi gören tek gözü, ilk geldikleri zamanki gibi çakmak çakmak değil de biraz daha buğulu buğulu bakıyordu. “Aşkın Karanlık Yüzü” dedi Tilda. Hikaye kitabının adıydı bu. İlk hamlede açtığı altmış beşinci sayfayı okumaya başladı: “Ayrılıklar, demiş yazar, 9.8 şiddetinde depremlerdi aslında, belki 10. İnsanın kemiklerini birbirine çarptıran derisini sadistçe dağlayan, bedenindeki tüm girinti ve çıkıntıların sızlamasına sebep olan kişisel sarsıntılardı. Bu sarsıntılar beyin kıvrımlarından_” derken Çakarlı Nuriye Tilda’nın sözünü kesti. (1) “Bilirim ayrılık koyar insana. Sevgilisinden ayrılan, karısından ayrılan, karısını beceremeyen, sevgilisini düzemeyen, karısı hamile olan, karısı çocuk doğuran, yeni yetmesi, sarhoşu, hırlısı hırsızı, kamyoncusu Tofaşçısı, tırcısı, BMW’lisi, dövmelisi, dövmesizi soluğu burada alır. Her birinden ayrılmak ayrı ayrı koyar insana. Çünkü on dakika sürer bizim sevmelerimiz. Eğer ayrılırken bahşişi bol tutarsa erkeğimiz ayrılık acısı macısı kalmaz. Niye öyle fal taşı gibi açtın ki gözlerini? Sen hangi dünyada yaşıyorsun güzel gacı? Fena parça da değilsin hani, yalnız biraz kilo alsan. Bu halinle süpürge sapı dürtüyor sanar üzerine çıkan adam!” “Sen kendi cezanı bulmuşsun zaten bu çöplükte ahlaksız kadın!” Kadın konudan konuya atlayıp sonunda Tilda’nın özel hayatına girince Tilda dayanamadı ve o otel kılığındaki kârhaneyi Mehmet’i de yanında sürükleyerek terk etti. Çakarlı Nuriye’nin yanından yavru köpeğin konusunu bile açamadan ayrılmışlardı. “Hayatın sillesini yemiş diye mi bağırdın o kadına?” diye sordu Mehmet. “Hayır!” diye bağırdı Tilda. “İnsanın başından kötü, çok kötü şeyler geçmiş olabilir ama bu başka hayatlara da aynı kötülükle müdahale edebileceği anlamına gelmez!” *** Yıldırım Otel’i ilk ziyaretlerinden bir hafta sonra Komiser Okan’dan dedektiflik bürosuna bir telefon geldi. Tilda otele tekrar gideceklerini bilseydi ilk seferinde otelden kaçarcasına ayrılmazdı. Yalnız bu sefer otele kendi istekleriyle gitmiyorlar ve beraberlerinde kendini her türlü kanundan üstün gören bu Çakarlı Nuriye namlı kadın için bir sürpriz götürmeyi de ihmal etmiyorlardı. Tilda ve Mehmet’i tekrar karşısında görünce o müthiş kahkahasından bir seri daha patlattı Nuriye. Tilda kadının kahkahasının çınlaması bitmeden konuya girdi: “Bu sefer lafı dolandırmadan soracağım Çakarlı Nuriye. Bahçeye zincirlenmiş köpek ve Muhasebeci Muhittin Bey’in ölümü ile ilgin var mı?” “Ben Muhittin’e diğer kocalarımdan çok daha fazla bağlandım gençler. Adam seni buralardan kurtaracağım diye ağlardı kucağımda. Salak işte! Lakin her seferinde onu kurtaran ben oldum. Ne zaman boynundan büyük kumar borcuna girse ya borcunu kapadım ya da ertelenmesi için benim kızlardan bir ikisini tefecilere yolladım. Gel zaman git zaman bu beni yolmaya alıştı. Biz kadınlar nedense bize kötü davranan şerefsiz erkekleri el el üstünde tutmaya meyilliyizdir. Pezevenklik mesleği de böyle doğmuştur vesselam. Lan madem yiyorsun bu boku kendi kendini pazarla! Ne diye şerefsizin birine komisyon ödüyorsun be gerizekalı kadın! Neyse. Ben benim şerefsize anlayacağı dilden mesaj verdim o yavru köpekle ama anlamadı. Anladı da anlamamazlıktan geldi. Duydum ki pılıyı pırtıyı toplayıp karısını da alıp şehri terk etmeye kalkışıyormuş. Kestim biletini gönderiverdim öteki dünyaya. Sorsan kim yaptı? Ben yapmadım tabii ki! Poliste parmak izi olmayan nadir suçlulardanım ben!” Tilda bir öksürük krizine tutulunca lavabonun yerini sordu, dışarı çıktı. Lavaboda sessizce fısıldadı: “İtiraf tamamdır amirim. Kayıt net değil mi?” Tilda’nın müdüriyet odasından çıkmasını fırsat bilen Çakarlı Nuriye Mehmet’e fısıldadı: “Neden biz kadınlara tahammül edemiyorsun yakışıklım?” “Siz kadınlara değil, bazı kadınların yersiz kaprislerine tahammül edemiyorum.” “Kaprissiz kadın bul o zaman bulabilirsen!” diye gürledi Nuriye. “Kaprissiz kadın zeytinyağsız salataya benzer genç adam. Hiç çekilmez. Ayrıca o kadını bulmana gerek yok. Biraz etrafına baksan yeter.” “Ben bir kadın arıyorum demedim ki. Kadınların kaprislerine katlanamıyorum dedim.” diye sinirlendi Mehmet. O sırada Mehmet’in telefonu çaldı. Genç adam alelacele telefonun kırmızı tuşuna bassa da geçen süre Nuriye’nin, telefon zilinin Phil Collins’in Another day in paradise isimli şarkısı olduğunu anlamasına yetti. “Ver bakıyım şu telefonu! Bu nasıl telefon ziliymiş böyle! Bak genç adam, bir filmde diyordu ki, hiçbir kadın Phil Collins dinleyen bir adama gerçekten aşık olamaz bunu böyle bilesin.” (2) Bu lafın üzerine öksürüğü durulmuş olarak müdüriyet odasından içeri giren Tilda şaşkınlıkla sordu: “Phil Collins’i bilir misin sen Çakarlı Nuriye?” “N’oldu güzel gacı? Hiç kitap okumadım dediysem zır cahilim de demedim. Ben de her zaman böyle katana gibi değildim ya. Gençken müzisyen biri takılırdı bana ara sıra. Para bile almazdım lan adamdan. Öyle güzel adamdı işte. O öğretti bana Phil Collins, Pink Floyd falan filan. Trafik kazasında öldü gitti yazık. Neyse lafı çok uzattık. Hadi bakalım sizin gibi iki yeni yetmeye çok bile vakit harcadım! Naş naş!” Çakarlı Nuriye Tilda ve Mehmet’i neredeyse yaka paça otelden dışarı attırırken havada bir polis anonsu yankılandı. “NURİYE HAKYEMEZ! OTELİN ETRAFI SARILDI! HEMEN DIŞARI ÇIK VE ADALETE TESLİM OL!” Maalesef Nuriye’nin kan dökmeden oteli terk edeceği yoktu. Emrindeki küçük çaplı ordu polise ateş açınca resmen çatışma çıktı. Bu sırada koca bir spor çantasına kasasındaki dolarları dolduran Nuriye, en güvendiği iki adamı ile otelin arka sokağındaki dehlizlerden kaçmaya çalıştığında caddeye adımını atar atmaz, Komiser Okan, Tilda ve Mehmet ile çevik kuvvete ait on adet polisin kendisine doğrultulmuş namluları ile karşılaştı. O kocaman şuh kahkahalarından birini koyuveren Nuriye polislere çemkirdi: “Hiçbir şey ispat edemezsiniz. Müdürünüz dahil benim tezgahımdan geçmemiş erkek yoktur bu şehirde ulan!” “Teslim ol Nuriye Hakyemez! Az önceki konuşmalarının hepsi kayıt altında. Bu iki yeni yetme genç de aleyhinde tanıklık edecekler. Üstelik az önce bu delikanlının telefonunu elledin ya. Parmak izini de almış olduk.” Komiser Okan suçluya hitap ederken Tilda gömleğinin yakasından üzerindeki dinleme cihazını çıkardı. Çakarlı Nuriye’nin gardı düştü. Nuriye’nin iki adamı ellerindeki silahları bırakıp teslim oldular. Çevik kuvvet polisi, göğüs dekolteli kırmızı pullu elbisesi karakolda oldukça dikkat çekecek kadını kıskıvrak kelepçelerken Komiser Okan devam etti: “Parmak izlerini Muhasebeci Muhitin Bey’in bürosundaki izlerle karşılaştırıyorlar şu an. Ayrıca köpek olayından sonra Dedektif Tilda Hanım ruj izli Salem izmaritini bize getirince DNA tespitinden sonra senden şüphelendik ve o apartmanın girişine ve muhasebe bürosuna kamera yerleştirdik. Tabii bundan haberin olsaydı, ‘Seni bizzat ben öldüreceğim şerefsiz herif!’ diyerek Muhitin Bey’i on beş yerinden bıçaklamazdın. Bu yüzden tutuklusun!” Çakarlı Nuriye yakalanmasının hırsını Tilda’dan aldı: “Vay be! Demek seni hafife almışım be çırpı bacaklı gacı! Alacağın olsun. Ama içerde dışarda adamlarım var ha! Seni fazla yaşatmam bunu bilesin! Orospu olmayan orospu seni!” Suadiye Hamiyet Yüceses sokağın köşesindeki dedektiflik bürosunun üst katında bulunan Tijen Hanım’ın evinde: “Daha önce hiç böyle bir küfür yememiştim.” dedi Tilda. “Orospu olmayan orospu seni.” “Kadına edilen küfürler çok ilginç olabiliyor.” dedi Mehmet. “En kıymetlimiz olan anneden giriliyor konuya maalesef. Ve bir kadının para ile vücudunu hizmete sunması mesleği ağız dolusu edilebilen en eski küfürlerden. Ama buradaki durum ilginç. Orospuluk mesleğini bile yakıştıramadı sana. Çünkü o meslek onun ve onun emrindeki kızların tekelinde olmalıydı.” “Ne yalan söyliyeyim direkt orospu deseydi bu kadar ağırıma gitmezdi sanırım.” diye başını eğdi Tilda. O sırada Basti ağzında bir zarfla miyavlayarak Tijen Hanım’ın evine daldı. Tilda zoraki gülümsedi: “Bak oğlum zarfın içinde on milyon dolarlık filan bir çek yoksa geri götür onu bulduğun yere göm. Hiç uğraştırma beni!” Mehmet zarfı kedinin ağzından alıp açtı. Bu bir davetiye idi. “I. Uluslararası Özel Dedektifler Kongresi’ne çağrılıyorsunuz efendim. Yer Hilton Convention Center.” “Konvenşın sentır da ne yahu! Hilton İstanbul’du oranın adı. İstanbul, Türkiye ve Ortadoğu’nun ilk Hilton otelidir. Şimdi sürüsüne bereket Hilton var İstanbul’da. Ama o otel Conrad Hilton’un ilk göz ağrısı gibidir.” dedi Tijen Hanım. Mehmet şaşırdı: “Ooo Tijen Hanım. Sizde de ne cevherler varmış yahu! Ne zaman öğrenebileceğiz eski İstanbul otelleri hakkındaki bu bilgileri?” “Elbette bir dahaki macerada!” dedi Tijen Hanım ve kahraman kedi Basti salonun en serin yerindeki koltuğuna kurulurken alt kattaki dedektiflik bürosuna inmekte olan Tilda ile Mehmet’in yüzüne kapıyı kapattı. _______________________________________ (1) Aşkın Karanlık Yüzü, İthaki yayınları, 2017, Gölün Kalbi hikayesi- Göktuğ Canbaba. (2) No women can truly love a man who listens to Phil Collins / Hiçbir kadın Phil Collins dinleyen adamı gerçekten sevemez / Sing Street, John Carney, 2016. Tuğba TURAN. | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |