21:28 Tilda ve diğerleri -15: Madonna'nın şarkısı | |
TİLDA VE DİĞERLERİ -15:
Detektiw proza
OTEL HİKAYELERİ / MADONNA’NIN ŞARKISI Previously on Tilda ve Diğerleri: Dedektiflik bürosunun kahraman kedisi Basti komşu apartmanın bahçesinde oynarken gül ağacının dibine zincirlenmiş bir yavru köpek buldu. Dedektif Tilda, yardımcısı Mehmet ve kadim dostu emekli makyöz Tijen Hanım konu komşuyla beraber köpeğin başına koşarak hayvanı bulunduğu zor durumdan kurtardılar. “Kim minnacık bir köpeğe böyle bir eziyet yapacak kadar zalim olabilir!” diye sızlandı Tijen Hanım. Köpeğin açlıktan ölmüş gibi ıslak mama yiyişini seyrediyorlardı. “Hasmına anlamlı bir mesaj vermek isteyen bir düşman” dedi Mehmet. “Dün gece 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece idi. Hıdrellez gecesi yani…” “Hasmına mesaj vermek için bile olsa ancak bir erkek yapmış olabilir bu kötülüğü!” dedi Tilda. “Dinler üzerinden tartıştık şimdi de cinsiyetler üzerinden mi tartışacağız? İçine kötülük kaçmış, kışkırtılmış ya da intikam için yanan her insan böyle bir kötülük yapabilir. Erkek ya da kadın fark etmez!” diye söylendi Mehmet. *** Yavru köpek olayını takiben köpeğin bulunduğu apartmanın giriş katında muhasebecilik bürosu işleten Muhittin Bey’in on beş yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Olaya cinayet masası el koysa da Tilda ve Mehmet araştırmaya devam ettiler. Büronun siyah-beyaz kedisi Basti’nin üstün kanıt toplama yetenekleri sayesinde şüpheli bir isime ulaştılar: Nuriye Hakyemez. Çakarlı Nuriye namlı bu kadını, Aksaray’daki Yıldırım Otel’in müdüriyetinde buldular. Çakarlı Nuriye, yıllar önce gözaltına alındığı zaman en gizli yerinde saklayarak nezarethaneye soktuğu çakmakla tüm parmak uçlarını yakarak polise parmak izini dahi aldırmamış o kadın, iki yeni yetme dediği Dedektif Tilda ve yardımcısı Mehmet’le gevezelik ettiğini sanırken elde edilen kanıtlar sayesinde, kendi kişisel suç tarihinde bir ilk olarak tutuklandı. Suadiye Hamiyet Yüceses sokağın köşesindeki dedektiflik bürosunun üst katında bulunan Tijen Hanım’ın evinde: Çakarlı Nuriye’nin tutuklandığı an ağzından çıkan küfür Tilda’nın kulaklarından silinmemişti: “Ama içerde dışarda adamlarım var ha! Seni fazla yaşatmam bunu bilesin! Orospu olmayan orospu seni!” “Daha önce hiç böyle bir küfür yememiştim. Ne yalan söyliyeyim direkt orospu deseydi bu kadar ağırıma gitmezdi sanırım.” O sırada Basti ağzında bir zarfla miyavlayarak Tijen Hanım’ın evine daldı. Mehmet zarfı kedinin ağzından alıp açtı. Bu bir davetiye idi. “I. Uluslararası Özel Dedektifler Kongresi’ne çağrılıyorsunuz efendim. Yer Hilton Convention Center.” “Konvenşın sentır da ne yahu! İstanbul Hilton’du oranın adı. İstanbul, Türkiye ve Ortadoğu’nun ilk beş yıldızlı otelidir. Şimdi sürüsüne bereket Hilton var İstanbul’da. Ama o otel Conrad Hilton’un ilk göz ağrısı gibidir.” dedi Tijen Hanım. *** Harbiye Cumhuriyet caddesindeki Hilton İstanbul Bosphorus’ta: Türkiye’nin ilk ve tek Ermeni kadın dedektifi Tilda Ahırkapı, Hilton Convention Center’da yapılacak olan I. Uluslararası Özel Dedektifler Kongresi’nde “Semavi Dinlerin Birbiri Arasındaki Tahammülsüzlüğünün Metropollerde Suç İşleme Oranlarına Etkisi” isimli bir sunum yapacaktı. Bu yüzden üç büyük din ve mezheplerinin İstanbul’daki en yetkili temsilcilerini oteldeki sunumuna davet etti. Bu davetliler Rum Ortodoks Patriği, Türkiye Katolik Ermenileri Ruhani Önderi, Türkiye Musevileri Hahambaşısı ve İstanbul Müftüsü idi. Mehmet ise “Kahraman Kedi Basti’nin İstanbul’daki Suçluları Yakalamaktaki Rolü” isimli bir sunum hazırlamıştı. Otel yönetiminden alınan özel izinle kedi Basti otele getirilecek, hiç sevmediği halde boynuna bir tasma takılıp otelin içine bırakılacaktı. Tilda, Tijen Hanım, Mehmet ve Basti, Cumhuriyet caddesinde 1955 yılında Türkiye’nin ilk beş yıldızlı oteli ve İstanbul’un en yüksek binası unvanlarını aldığı günden beri 64 yıldır Boğaziçini seyrettiği konumundan memnun olarak ayakta duran Hilton İstanbul Bosphorus Oteli’nin ana giriş kapısından girdikleri anda ortalık karıştı. Basti kedi kutusunun kapağını zorlayarak tam döner kapıdan geçerlerken kutudan fırlamayı başardı. O sırada Tilda ve diğerleriyle birlikte döner kapıdan geçmekte olan iki Japon kadın turistten biri, döner kapının camlarının içinde oradan oraya zıplayarak kurtulmaya çalışan kocaman erkek kediye maruz kalınca düşüp bayıldı. Sonradan oyuncaklar dahil tüm tüylü hayvanlara fobisi olduğunu öğrenecekleri kadın, döner kapının içinde öylece yere yığıldı. Kimse ne içeri girebiliyordu ne de dışarı çıkabiliyordu. Tilda başıboş bir basket topu gibi oradan oraya zıplamakta olan Basti’yi yakalamaya çalışırken, Mehmet kadını kucağına alarak döner kapıdan çıkardı. Böylece kilitlenmiş olan otele müşteri giriş-çıkışını ve Basti’yi de serbest bıraktı. Otelin önüne yanaşmış ve yolcularının tamamını indirmiş olan tur otobüsünden inen yaşları 8 ila 12 arasında değişen 42 İrlandalı izci çocuk, döner kapıdan kurtulup kapıdaki valeleri de atlatarak dışarı fırlayan Basti’yle karşı karşıya geldiler. En önde duran ve kedilerden aşırı korkan bir erkek çocuğunun çığlıklarına arkadaşları da çığlıkla karşılık verirlerken kaçacak yerleri olmayan 42 çocuğun hepsi henüz otobüsten indirilmiş olan bavullarının üzerine domino taşları misali yığıldılar. Otelin giriş katındaki görevliler Mehmet ve biri baygın diğeri ise sinirden köpürmekte olan iki Japon kadını, şaşkın ve korkmuş müşterilerin bakışları altında otelin revir kısmına sağ salim sevk ettiler. Tilda ve Tijen Hanım bavulları bir tarafa çantaları bir tarafa fırlatıp Basti’nin arkasından otelin ön bahçesine fırladılar. Bir otobüs dolusu çocuğu düştükleri yerden kaldırmaya çalışan İrlandalı izci öğretmenlerle göz göze gelmemeye çalışarak, bulduğu ilk çimenliği kazıp çişini yapmaya başlamış Basti’yi işini bitirdikten sonra ensesinden kıskıvrak yakaladılar. Tilda ve Tijen Hanım Basti’yi yakaladıktan sonra süt dökmüş kedi gibi otelden içeri girdiler. Keşmekeş sırasında giriş katında soluğu alan otelin restoran ve bar müdürü, satın alma müdürü, genel müdürü, kongre organizasyonu sekreteri, biri hala revirde olan iki Japon turist ve bir otobüs dolusu İrlandalı izci çocuk ve öğretmenlerinden özür diledikten sonra odalarına çıkabildiler. Basti’nin önemli bir amaç için otele getirildiğini öğrenen turistler kediyi koridorlarda sakin ve gururla gezerken gördüklerinde aslında korkulacak bir yanı olmadığına kanaat getirdiler. Tabii ki Basti, ortalığı karıştırdığı sırada çekilen videolarla, İngiltere Başbakanının resmi konutuna girip Twitter’da meşhur olmasının ardından bu sefer de #Hiltonİstanbuldakiçılgınkedi hashtag’iyle İnstagram’da fenomen olmayı başardı. 1949’da Porto Rico’da açılan Caribe Hilton otelinden sonra Conrad Hilton’un Amerika dışında otel açmaya karar verdiği ikinci dünya şehri olan İstanbul’da açılan ve o zamanki adı sadece İstanbul Hilton olan otelinin yöneticileri ise, Tilda’nın sunumu için davet ettiği şehrin en önemli din adamlarının birlikte aynı çatı altında toplanmalarının otelin prestijini bir kat daha artıracağını bildikleri için seslerini çıkartmadılar. İşin aslı şuydu ki, yöneticileri asıl ikna eden kişi, kongre sırasında otelin güvenliğini sağlamak üzere emniyet tarafından görevlendirilmiş ekibin başında bulunan Komiser Okan’dı. Otelin giriş kartında bulunan tüm elemanlar, kapıdaki valeler, resepsiyondaki çalışanlar da dahil olmak üzere seferber olup yaramaz erkek kedinin yarattığı kargaşada insanları yatıştırmaya çalışırlarken, Komiser Okan, döner kapının yanında sağa sola koşuşturmakta olan güvenlik görevlisine yanaşan cılız adamı fark etmişti: “Beni Hilton İstanbul Maslak’tan gönderdiler, şef garsonun yerine geldim.” Görevli o kargaşada başına üşüşmüş otel müşterileriyle meşgulken, “Hadi hadi geç içeri! Ortalık çıfıt çarşısına döndü bir de sen beni uğraştırma!” diyerek cılız adamı hemen mutfağa gönderdi. Şef garson elini kolunu sallaya sallaya girdiği otelin mutfağında restoran ve bar müdürünü buldu ve üniformasını giyip işe koyuldu. Kongreden iki gün önce garsonların şefi bacağını kırdığı için otelin restoran ve bar müdürü hemen İstanbul’daki diğer Hiltonları arayıp en yetenekli şef garsonu kendine yönlendirmelerini istedi. Bu karikatür gibi cılız adam kongre başlangıcından bir gün önce gelip ayağı kırılan meslektaşının yerine geçti. O keşmekeşin içinde bile pürdikkat etrafını izleyen Komiser Okan o cılız adamın bir şekilde o kareye uymadığını fark etmişti. Sonradan güvenlik görevlisine sorarak gelen kişinin şef garson olduğunu öğrendi. İstanbul’un en prestijli otellerinden birine diğer bir Hilton otelinden gönderilen bir elemanın o gün ön kapıdan girerken ayağındaki boyasız ve bakımsız ayakkabıları komiserin kafasına takıldı. Üstelik mutfak kısmında hemen işe koyulması gereken bir otel çalışanı neden otele müşteri gibi ön kapıdan girmişti? *** İstanbul’daki Hilton Convention Center’da 1. Uluslararası Özel Dedektifler Kongresi tam gaz devam ediyordu. “1955’te ilk açıldığında İstanbul Hilton’du buranın adı. Süslü püslü anneler evlenme çağındaki daha süslü püslü kızlarına zengin koca bulmaya getirirlerdi buraya beş çayına. Biz de bir masaya oturur Cinderella’nın kız kardeşleri gibi baloda birbirini süzen genç kızlara bakarak gülüp eğlenirdik. Hey gidi günler! 300 odayla açılış yapmıştı otel. O zamanlar İstanbul’daki birinci sınıf denen otellerde toplasan 250-300 oda ancak vardı. Ben bir tek Continental Oteli’yle Bristol Oteli’ni hatırlıyorum mesela. 50’li yıllarda Amerikalılar gelecek de o zamanlar yeni kurulmuş olan Emekli Sandığı ile işbirliği yaparak İstanbul’un en güzel yerine 300 odalı otel yapacaklar dendiğinde milletin gözü yuvalarından dışarı uğramıştı. Annem çok şaşırmıştı Nasıl yani emekli olanlar da otelde bedava mı kalacak? diyerek hepimizi güldürmüştü. Sonradan 80’li yıllarda Hilton markası ön plana çıkarılarak Hilton İstanbul oldu adı. 2015’te ise sonuna Bosphorus eklendi. Eh ne de olsa pek çok Hilton açıldı İstanbul’a. Ama Hilton otellerinin Amerika dışında en uzun süreli hizmet veren oteli unvanı bu otelindir.” Tijen Hanım sözlerine bir ara verdiğinde Tilda merakla sordu: “Siz nereden biliyorsunuz bunca ayrıntıyı kuzum?” “Elbet benim de bir albenim vardı gençken Tildacığım!” diyerek kahkaha attı Tijen Hanım. “Koca bulamadıysam da otelin o dönemdeki müdürü bir süre sevgilim olma şerefine erişti. Hala arkadaşımdır kendisi, bu otelde buluşur o eski beş çaylarını anarız. Bu arada otel havuzunun Conrad Hilton’un ayak izinden yola çıkılarak inşa edildiğini biliyor muydunuz!?” diyerek gülmeye devam etti. *** Girişteki karışıklık yatıştıktan ve sevimliliğiyle oteldeki tüm çalışanlarla tüm otel müşterilerinin sempatisini kazandıktan sonra, Basti için hayatının en keyifli günleri başladı. Bu arada Komiser Okan Basti’ye benzeyen beş kedi daha buldurup otelin içine bıraktırdı. Tilda, bir seferinde az önce odasının olduğu beşinci katta Basti ile karşılaştıktan sonra Komiser Okan’la beraber bindiği asansörün kapısı açılır açılmaz tekrar şişko siyah-beyaz bir kedi ile burun buruna gelince, Matrix filmindeki repliği hatırladı: “Dejavu görmüş gibiyim Komiserim. Dejavu Matrix’teki bir hatanın belirtisi değil miydi? Kötü adamlar bir şeyi değiştirdikleri zaman oluyordu!” diye gülerek meraklı gözlerle Komiseri inceledi. Komiser cevap verdi: “Size öyle geliyor Tilda Hanım. Kedidir bu her yere yetişebilir!” Fakat Komiser Okan Basti’nin benzerlerinin kediyle 17 yıllık hayat arkadaşı olan Tilda’yı kandıramayacağını biliyordu. Kediler ilk bakışta Basti’ye benziyorlardı elbet ama sahibi çağırdığında bakmaları imkansızdı. Yine de ilk girişteki fiyaskodan sonra İrlandalı izci çocuklar da dahil olmak üzere tüm müşterilere eğlence kaynağı olmayı başarmışlardı. Akıllı olduğu kadar çizgi roman kahramanı arkadaşı Garfield kadar tembel olan Basti, otelin kendine en uygun yeri olarak keşfettiği mutfağın arka girişine postu serdi. Bütün gününü vardiya değiştiren personelin birbirinden habersiz müthiş yiyeceklerle eli kolu dolu yanına gelmesini bekleyerek geçirmeye başladı. Aksaray’daki Çarşı Polis Merkezi Amirliği’nde: Hilton İstanbul Bosphorus’ta herkes keyfince yer içer eğlenir, kongreye gelmiş katılımcılar birbirleriyle dedektiflik hikayelerini paylaşadururlarken, İstanbul’un neşe ve paha içinde yüzmeyen boğaz manzarasız bir semtinde bir kadın başka hesaplar peşindeydi. Çakarlı Nuriye sessizce salıverilmişti. Çünkü avukatı, cinayet işlenen muhasebeci bürosundaki ses kayıtları için muhasebecinin karısından alındığı sanılan izin belgesinde eksikler olduğunu keşfetti. Böylece dinlemeler ve kayıtlar yasal olmaktan çıktı. Komiser Okan kadını yirmi yıldır tanıdığı ve takip ettiği halde bir türlü yakalayamadığı için ne kadar akıllı ayrıca kinci ve intikamcı biri olduğunu bilmekteydi. Komiserin bildiği Çakarlı Nuriye, bunca yıllık suç hayatı boyunca ilk defa tutuklanmasına sebep olan Tilda ve diğerlerinin peşini intikam almadan bırakmazdı. “Ablam geçmiş olsun, ver elini öpem” dedi Nuriye’yi polis merkezinden almaya gelmiş adam. “Kes ulan!” diye gürledi Çakarlı Nuriye. “Bi öğretemedim size insan içinde hangi kadına nasıl davranılır! Elini öpem ne? Anan mıyım baban mıyım lan ben? Rahmetli Manukyan’dan sonra bu şehirde kadına saygı kalmadı gitti! Hadi bakma suratıma da gazla! Yapacak işlerimiz var daha!” Harbiye Cumhuriyet caddesindeki Hilton İstanbul Bosphorus’ta: Hilton İstanbul Bosphorus 1965’te eklenen 150 odası ve 1985’te eklenen 100 yeni odasıyla beraber misafirler, çalışanlar derken küçük bir kasaba nüfusuna eşdeğer bir kalabalığı barındırmaktaydı. Komiser Okan hem kongrenin güvenliği, hem davetli olarak gelecek 3 büyük dine mensup din adamlarının sağ salimliği hem de güvenliğinin tehdit altında olduğunu düşündüğü dedektif dostu Tilda için otelde haberi olmadan kuş uçurtmuyordu. Komiserin kongreden iki gün önce oteldeki şef garsonun bacağının kırıldığından ve müdürün başka bir Hilton otelinden en yetenekli şef garsonunu istettiğinden haberi vardı. Kongrenin ilk gününün sabahı, kahvaltı esnasında, kendisi masaya dahi oturmadan en arka köşeden olan biteni adamlarıyla beraber izlerken, bir gün önce kapıdan girişini uzaktan izlediği cılız şef garsonun sol elinin iki parmağının eksik olduğunu fark etti. İşini iki eliyle birden yapması gereken bir meslek çalışanı, bu engeliyle, böylesine büyük bir oteller zincirinde ve şef garsonluk gibi önemli bir konumda çalışıyorsa, demek ki müthiş yetenekli biri, diye düşündü içinden. Tam yanına gidip iki satır sohbet edeyim şu adamla, diye düşündüğü anda, kahvaltı salonuna giren Basti benzeri kedilerden biri o Japon kadın turistin ayaklarına sürtününce kadın tekrar bayıldı. Komiser Okan otelin iç haberleşme telsizinden sağlık görevlileri çağırıp ortalığı yatıştırdığında ise şef garson gözden kaybolmuştu. *** Kongrenin üçüncü günü akşam saat beşte Tilda’nın sunumu olacaktı. Sunuma davetli olan din adamlarının otele saat üç civarı gelmeleri beklenmekteydi. Konu dinler ve hoşgörü olunca kongre organizatörleri ortamı yumuşatmak için Tilda’nın sunumundan hemen önce bir defile tertiplenmesini uygun görmüşlerdi. Defilede meşhur yazarların elinden çıkmış Mösyö Poirot, Sherlock Holmes, Miss Marple, Mike Hammer gibi dedektiflerin romanlarda tarif edilen giysilerinden oluşan bir seçki sergilenecekti. Dini liderlerin gelip salona yerleştirilmesinden sonra oteli hem ilginç bir sessizlik hem de büyük bir heyecan sarmıştı. Hangi dine mensup hangi milletten olursa olsun tüm otel müşterilerinde sanki Tanrı’nın gözü din adamlarının gözünden onları izliyormuş da o gün işleyebilecekleri herhangi bir günah -hem de tüm dinler tarafından- sonsuza kadar kayıt altına alınacakmış gibi bir hisse kapılmışlardı. Bu yüzden kimse kimseye seslice bir şey söylemiyor, ricasız cümlesine başlamıyor, kendine çeki düzen vermeden oturup kalkmıyordu. “Farkında mısınız din adamlarının gelişiyle otelde ilginç bir ortam oluştu” dedi Tilda. Demek insanlar Allah’ın sopasıyla kafalarına vurulmadıkça yüzde yüz iyi bir insan olmaya çabalamayacaklar!” “Semavi dinlerin din adamlarını bu otelde aynı çatı altında ilk toplayan sen değilsin, biliyorsun değil mi?” diye sordu Tijen Hanım. “Hayır, bilmiyordum.” dedi Tilda. “Otel yönetimi o kadar büyük ihtimam ve incelikle karşıladı ki bu davetimi, kendimi Amerikan başkanı gibi hissediyorum şu an!” “Hah tam üstüne bastın!” dedi Tijen Hanım. 2004 yılında Nato Zirvesi için İstanbul’a gelen zamanın Amerikan Başkanı George W. Bush bu otelde Diyanet İşleri Başkanı, İstanbul Müftüsü, Fener Rum Patriği, Ermeni Patriği, İstanbul Hahambaşı ve Süryani Ortodoks Metropoliti ile görüşmüştü.” “Demek 2004’ten bu yana geçen 15 yılda dinlerin birbiri için hoşgörülü olmasında değişen bir şey olmamış ki bugün yine aynı şeylerden konuşacağız! Ben şu defile sırasında konuşmama son bir göz atacağım. Size iyi seyirler.” dedi Tilda. “Sen 15 yıldan bahsediyorsun ama inşallah sunumunda Hristiyanlığın 2019 yıldır, İslamiyetin 1409 yıldır, Yahudiliğin ise ta milattan önceden beri bahsettiği hoşgörüye ne zaman kavuşabileceğini sormazsın!” dedi Mehmet. *** Hilton Bosphorus İstanbul otelinin 3000 kişilik toplantı salonu olan Convention Center’da: Defilenin başlangıcı için salonda ışıklar karardığında, sahneyi Amerikalı kadın şarkıcı Madonna’nın 80’li yıllardan kopup gelen buğulu sesi kapladı: When you call my name / It’s like a little prayer / I’m down on my knees / I wanna take you there // İsmimi söylediğin zaman / Küçük bir dua gibidir / Dizlerimin üzerine çöküyorum / Seni oraya götürmek istiyorum. Henüz defile yeni başlamıştı ki kongrenin güvenliğinden sorumlu özel güvenlik şefi, Katolik ruhani önderin yanına eğildi. Adamın yüzü ekşidi, kısa bir an en önceki protokol koltuklarında sıralanmış oturmakta olan diğer din adamlarına eğilip bir şeyler fısıldadı. Din adamlarının hepsi aniden ayağa kalktılar. Hızlı ve seri hareketlerinden bu kalkışın salonu terk etmek üzere olduğu anlaşıldı. Sahnedeki mankenlerin en ön sıradaki protokol misafirlerinin daha gösterinin birinci dakikasında salonu terk etmesine gösterdikleri tepki öylece kalakalmak oldu. In the midnight hour / I can feel your power / Just like a prayer / You know I’ll take you there // Gece yarısında / Gücünü hissedebiliyorum / Tıpkı bir dua gibi / Seni oraya götüreceğim biliyorsun Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle sunulan müzikten hiçbir şey duyulmuyordu. Salonun ışıkları önce yandı sonra birdenbire hepsi söndü. Komiser Okan otelin iç haberleşme telsizinden salonun ışık şefine ulaşmaya çalıştı. Nafileydi. Telsizden cızırtıdan başka bir şey gelmiyordu. Karanlık. Yüksek sesli müzik. Bir salonda kapalı 3000 insan. Bunların arasında daha şarkının ilk satırı duyulur duyulmaz kalkıp gitmeye çalışan dini liderler! Komiser Okan’ın burnuna kötü kokular geliyordu. İşin rengi az sonra belli oldu. İnsanların karanlıktan paniğe gark olduğu o aşamada müziğin sesi aniden kesildi. Ve peşinden bir çığlık koptu. Salonun ışık şefi saçmalamayı bırakıp tekrar ortamı aydınlığa kavuşturduğunda anlaşıldı ki genç bir kadın bıçaklanmıştı. *** Komiser Okan’ın önderliğindeki polis hemen duruma el koydu. Kongredeki dedektifler arasındaki kinayeli söylenti şu yöndeydi: Olay olduktan sonra duruma el koymak için polis olmak lazımdı elbet! Yaralanan genç kadın hastaneye kaldırıldı. Durumu ağırdı. Otele giriş ve çıkışlar kapatıldığı için tüm kongre katılanları, İrlandalı izci çocuklar dahil tüm otel müşterileri ve kediler dahi, üç büyük dinin dört temsilcisi ile birlikte otelde sıkışıp kalmışlardı. *** Hilton İstanbul Bosphorus’un emniyet güçleri tarafından bir soruşturma merkezi haline dönüştürülen 2. katında: Komiser Okan yardımcısını yanına çağırdı. “Öncelikle bu adamların neden defile daha başlamadan bile kalkıp gitmeye çalıştıklarını öğreneceğiz. Çünkü bütün olayların başlangıcı bu.” “Sıkıntı yok komiserim.” dedi Teğmen Tuncay. “Mesele çalan şarkıymış.” “N’olmuş şarkıya oğlum? Yılların Madonnası işte!” “Öyle basit değil Komiserim. Otelin DJ’ini çağırdım. O benden daha iyi anlatır size.” “Anlat bakalım DJ efendi, neymiş bu şarkının bir anda ortalığı karıştırmasının sırrı?” DJ konuya girdi. “Tabii ki komiserim. Like a prayer / Bir dua gibi isimli şarkı Katolik olarak doğmuş ve büyütülmüş olan Madonna’nın Katolik inancına başkaldırısının adeta bir manifestosuydu. 1989 yılında çıkan şarkının videoklibi de en az sözleri kadar ikircikli anlamlar ve görüntüler içeriyordu.” “Ne varmış evladım bu Allahın cezası şarkının klibinde!” “Madonna, şarkı söylerken arkasında ateşe verilmiş devasa haçlar vardı. Şarkı henüz albüm olarak piyasaya çıkmadan önce Pepsi şirketinin tartışmalı reklam filminde kullanıldığı için, Katolik dünyası Pepsi’ye boykot çağrısında bulununca şirket 5 milyon dolarlık reklam filmini yayından çekmek zorunda kalmıştı. Şarkı çıktığı dönemde Vatikan tarafından da kınanmıştı.” “Hoppalaaaaa? E Papa’yı davet etmedik ki biz! Bu adamlar niye kıllandı da kalktı yerlerinden peki?” Teğmen Tuncay cevap verdi: “Komiserim karanlık da olsa sahne ışıklarının yettiğince izlenebilen kamera kayıtlarından Katolik din görevlisinin yanına yanaşarak bir şeyler fısıldayan adamı bulduk. Kendisi kongre için tutulan özel güvenlik firmasının şefi. Ona talimat gelmiş. Bu şarkı çalınırsa din adamlarını uyar denmiş.” “Kim vermiş? Ne talimatı? Ne uyarması? Madem bu şarkı bu kadar şaibeliymiş neden böyle bir toplantının yapılacağı bir yerde bu şarkı bangır bangır çalınmış? Duuuuur. Bu defile meselesi son anda eklenmişti değil mi programa! Bana kongre organizatörlerini bulun! HEMEN!” *** Din adamlarının sorgusu bittiğinde Komiser Okan din görevlilerini güvenli bir şekilde otelden çıkarttırdı. Mehmet: “Demek polisin sorgusundan kurtulmak için 3 büyük dinden birine inanmak yetmiyor Komiserim, bir de o şehirdeki o dine mensup en yüce alim olmak gerekiyor öyle mi?” “Şakanın sırası değil Mehmet. Bu iş içeriden yardım almadan yapılmış olamaz. Gözünü dört aç.” *** Tahmin edilebileceği gibi basın olayı inanılmaz bir ilgiyle takip ediyordu ve otelin önüne adeta bir canlı yayın köyü kurulmuştu. Olaydan hemen sonra duruma el koyan Hilton Worldwide Türkiye yöneticisi polisten, sorgusu tamamlanan otel müşterilerinin pasaportlarına el konarak şehri terk etmeme garantisiyle otelden salıverilmelerini sağladı. Müşteriler şehirdeki diğer Hilton otellere yerleştirilirken Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılmış ve orada polis nezaretinde tedavi görmekte olan kadın yaralının ismi basına sızdı: TİLDA AHIRKAPI. *** Kongre organizasyonunda görev alan herkes sorguya çekildiğinde çok yetenekli bir reklamcı tarafından övülerek son anda işe alınmış bir tasarım uzmanında takılıp kaldılar. Gonca Güzelbakan isimli tasarımcı defilenin de defilede Madonna’nın meşhur Like a prayer şarkısını çalmanın da kendi fikri olduğunu kabul etti. Böyle bir kargaşaya sebebiyet vereceğini düşünemediğini ve çok üzgün olduğunu da belirtmeden geçmedi elbet. Fakat neden dinler arası hoşgörüyü konuşacakları gün bu defile düzenlenmiş ve sanki bir kedinin kuyruğuna basar gibi defile için özellikle bu şarkı seçilmişti? Hiç kimse bunun cevabını veremiyordu. Katolik lideri şarkı çalınmaya başladığı anda uyarmak için gelen koruma şefi kendisine talimatın telefon mesajıyla geldiğini bildirmişti. Mesajı gönderen telefon numarası kayıplara karışmıştı ve tabii ki takip edilemiyordu. Yaralının ismi de basına sızdıktan sonra Komiser Okan “Bu işi benim yöntemlerimle yapmaya başlasam iyi olur. Yeter bu kadar kumlu arazide patinaj çektiğimiz!” diyerek Mehmet’i bir kenara çekti. “Şimdi gösteri zamanı!” Mehmet ve Komiser Okan Basti ve benzeri kedileri otele şirinlik olsun diye salarken boyunlarındaki tasmalara minik ses ve görüntü kaydediciler koymuşlardı. Zaten Mehmet’in dedektif kedi sunumu mizansendi. Boynunda tasma ile gezen dedektif kedilerin kamera taşıdığını ise Teğmen Tuncay, Komiser Okan ve Mehmet’ten başka kimse bilmemekteydi. Kedilere kamera takılınca elde edilen ses kayıtları kimseden izin ve imza gerekmediği için mahkemede kanıt olarak kullanılacaktı. Özellikle mutfağın arka giriş kapısında hayatını sürdüren Basti’nin kamerasından çok kıymetli görüntü ve ses kayıtları elde etmişlerdi. Boyasız ve bakımsız ayakkabılı biri Basti’ye günde en az üç öğün yanaşıyor ve onu severek ona çeşitli yemekler veriyordu. Ayakkabı numarası yaklaşık 40-41 olarak tahmin edilen bu kişi ilginçtir ki Basti’yle sessizce konuşurken sesi kadın sesine benziyor, ‘Şefim!” diye seslendiklerinde cevap verirken ses tonunu bir erkeğe benzetiyordu. Görüntüleri defalarca izledikten ve savcılığa sunulacak hale getirdikten sonra Komiser Okan Mehmet ve Teğmen Tuncay’a döndü. “Ne demiştim size? Bu iş içeriden yardım alınmadan yapılmadı. Yaralamada kullanılan bıçağın biftek bıçağı olduğu saptandı. Tilda’yı bıçaklamaya teşebbüs eden dışarıdan gelen biri değil. Otel çalışanı. Özellikle de mutfağa erişimi olan biri. Mesela kendi kendine kadın gibi ama başkalarıyla erkekmiş gibi konuşan şu boyasız ayakkabıların sahibi şef garsona ne dersiniz?” *** Komiser Okan şef garsonu tutukladığında oteldeki tüm müdürler ve otel çalışanları hayretler içerisinde bakakaldılar. Komiser Okan sessizliği bozdu: “Vay vay vay! Şef garson kıyafetinin altından kiralık katil üniforması çıktı bakın! Necla Karafatma, nam-ı diğer Böcek Necla! Her yere sessizce girebildiği için bu ismi almış yılların kiralık katili! Her zaman yaptığın gibi ufak tefek borç işleriyle, aldım verdim davalarıyla ilgilenseydin şimdi hala Dolapdere’de bir binanın köşesinde kafa çekiyor olacaktın Necla! Sen n’aptın? Geldin boyundan büyük işlere, Hilton otellerinde adam bıçaklamaya kalkıştın! İyi bir kiralık katil olabilirsin ama çok kötü bir makyözsün. Her gün otelin o kadar farklı yerlerinde karşıma çıktın ki ve her seferinde değişik bir suratla baktın ki bu adam neden 1001 surat gibi şaklabanlık yapıyor acaba dedim kendi kendime. Bir de ben seni tutanın yerinde olsam şef garson kandırmacası ile göndereceğim kişinin 10 parmağının da sağlam olmasına dikkat ederdim! Çakarlı Nuriye’ye bunu ilet bence!” Teğmen Tuncay, Mehmet ve ekipteki tüm polisler Komiser Okan’ın zikrettiği isim nedeniyle yerlerinden fırladılar: “Çakarlı içerde değil miydi Amirim!” “Siz öyle sanın! Salıverdiler namerdi! Neyse götürün zanlıyı da işimize bakalım.” *** Tilda’nın sunumundan bir gece önce Hilton İstanbul Bosphorus’ta bir otel odasında: Komiser Okan direkt konuya girdi: “Bak Tilda bu haberi ben vermek istemezdim ama Çakarlı Nuriye salıverildi. Tutuklanmasını sağlayan ilk kişi olduğundan senin için planlar yaptığını biliyorum. Mehmet’ten de nefret ediyor ama genç erkeklere kıyamaz o şırfıntı. Yani hedef tahtasında sen varsın. Tilda sessizce karşılık verdi: “Anladım Komiserim. Siz ne derseniz aynen yapacağım.” Komiser Okan polis teşkilatından araya taraya buldurduğu Tilda boylarında bir polis kadını Tijen Hanım sayesinde Tilda’ya benzetti. Sunumun olduğu gün defileden önce Tilda ben sunumuma göz atmaya gidiyorum, dedikten sonra otelden gizlice çıkarıldı ve defile sırasındaki kargaşada onun yerini kadın polis aldı. Çığlığı da atan zaten kadın polisti. Tilda kılığındaki kadın polis, Komiserin şef garsonla ilgili şüpheleri aktarıp uyarmasıyla şef garson kılığındaki katile gafil avlanmadı, gardını aldı, bıçağı koluna sarılı olan patladığı zaman kan renginde sıvı salgılayan özel malzemeye denk getirdi ve çığlık atarak yere düştü. Katil kadını yaraladığını sanarak ortadan kayboldu. Önceden ayarlanmış sağlık ekipleri sözde yaralıyı Şişli Etfal’e taşıdılar. Sonra da basına yaralının ismi sızdırıldı: Tilda Ahırkapı. *** Oteldeki şef garsonun bacağının kırılmasında, yerine diğer Hiltonlardan gönderilen şef garsonu alıkoyarak kendi kiralık katilini göndermede, kongre organizasyonunun içine sızdırdığı Gonca Güzelbakan isimli kadın sayesinde Tilda’nın sunumu öncesi minik bir defile organize edilmesinde ve dahi defilede mimli şarkı olan Like a prayer çalınmasında hep Çakarlı Nuriye’nin parmağı vardı. Üstelik şarkıyı bilerek seçmişti. Koruma şefine mesaj attıran ve Katolik rahibin kulağına şarkının dine hakaret ettiği için Vatikan tarafından kınandığını fısıldattıran da Çakarlı’dan başkası değildi. Çakarlı Nuriye, onur konukları olan din adamları salonu terk etmeye kalkıştığında Tilda’nın dayanamayıp peşlerinden giderken karanlıkta bir çocuk kadar savunmasız olacağını bilecek kadar da zekiydi. Ama Çakarlı’nın hesaba katmadığı bir faktör vardı. Bu, yıllardır yaptığı kötülükleri takip eden ama bir türlü kanun önünde geçerli kanıt sağlayamadığı için onu tutuklayamayan Komiser Okan’ın ne kadar zeki ve tecrübeli bir polis olduğu gerçeğiydi. *** Çakarlı salıverildikten sonra pis işlerini halletmek için müdüriyet odasını Aksaray’da başka bir otele taşıdı. Tilda’nın o gün otelde öldürülememiş olmasından dolayı küplere binmekle meşguldü. Bu arada otellere ve şahsına ait olan tüm telefonların izin çıkartılarak dinlendiğinden ve ‘Bu iş fazla uzadı!’ diyerek hastanenin yolunu tuttuğunda kendini bekleyen sürprizden maalesef bihaberdi. *** Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları servisinde: Çoğu dedektiflik hikayelerinde hastanede koruma altında tutulan hastayı gözetlemekle görevli polis memurunun bir anlık gafletinden dolayı, uyandığı anda tanık koruma programına alınarak çok önemli bir suç şebekesi hakkında tüm bildiklerini polise anlatacak olan komadaki kişiyi zehir/silah/bıçak ya da boğarak öldüren suçlular hakkında birer paragraf vardır. Aslında oradaki polis bir anlık gaflete düşmez, düşürülür. Ya içeceğine kuvvetli uyuşturucu katılır ya da direkt darp ile etkisiz hale getirilir. Öyleyse neden hastanelerde koruma altına alınan yaralıların başucuna iki adet polis memuru konmaz? Çünkü olur da ikisi birden alt kata iddaa oynamaya gidebilirler diye. Çakarlı Nuriye elini kolunu sallaya sallaya girdiği Şişli Etfal Hastanesi’nde daha önce adamlarını yollayıp hangi serviste yattığını öğrendiği Tilda’nın odasını eliyle koymuş gibi buldu. Odanın kapısında beklemesi gereken polis memurlarının, eline üç-beş kuruş tutuşturulmuş geveze bir hastane personeli tarafından iddaa oynamak üzere alt kata çekiştirilmesi de onun işiydi. Cinayet işlemeye de gelmiş olsa üzerinde her zamanki kendine güveniyle giydiği kocaman göğüslerini zar zor zapt eden siyah pullu bir elbise ve bu elbise ile aynı pullardan işlenmiş topuklu ayakkabıları vardı. Kilidi olmayan hastane kapısını iteledi. Bir an zihninden şöyle bir düşünce kayıp geçti: “Her şey çok kolay olmadı mı?” İçeri girdiği anda çantasından çıkardığı Rambo bıçağı ile yatakta yatmakta olduğunu sandığı Tilda’yı bıçaklamak için eğildiğinde kapı arkasından açıldı. O tanıdık sesi duyduğu zaman her şeyin çok kolay olduğuyla ilgili o Allah’ın cezası düşüncesinde haklı olduğunu hemen anladı ama iş işten geçmişti. Komiser Okan gürledi: “Hoş geldin Çakarlı! Hayırdır check-up yaptırmaya mı geldin hastaneye? Ama doktorlar iki kat aşağıdalar burası yatan hasta servisi biliyorsun!” Çakarlı saniyenin onda biri kadar düşünebildi, tahrip gücü yüksek ayakkabılarından birini Komiser Okan’ın diğerini de onun yanında dikilen Teğmen Tuncay’ın suratına fırlattı. Adamları uğrattığı anlık şoktan faydalanarak hastane odalarında kilit olmadığını bildiği için açık olacağından yüzde yüz emin olduğu kapıyı açarak çıplak ayaklarla kaçmak istediğinde beton duvara toslamış gibi kaldı. “Kilitli olamaz! Olamaaaaaz!" “İşin içinde sen varsan her şey olur!” dedi Komiser. Ayakkabının topuğu isabet etmiş olan kafasından sızmakta olan incecik kana bulanmış eline bakarak kadının yanına geldi. “Aferin kız, atıcılıkta da üzerine yok hani!” Çakarlı’ya kelepçe takıldıktan, Komiserin başına minik bir pansuman yapıldıktan sonra ortalık sakinleşmişken Komiser hastane personeline ve güya kandırılarak iddaa oynamaya giden iki polis memuruna teşekkür etti. Beraber bu küçük tiyatroyu hazırlamasalar ve hastane kapısına otomatik bir kilit takmasalar Çakarlı şimdi ilk uçakla kim bilir nerenin yolunu tutmuştu. Çakarlı Nuriye polis merkezine götürülmek üzere iken asansörden Tilda ve Mehmet indi. “İçerde dışarda tanıdıklarım var demiştin Çakarlı. Varmış hakikaten. Dahiyane bir plandı tebrik ederim. Hele Madonna’nın şarkısı kısmına şapka çıkardık desek doğrudur.” “Ben sana dedim ya güzel gacı, hiç kitap okumadım ama müzikten anlarım. Madonna o şarkısından sonra alelade bir pop şarkıcısı kimliğinden ‘sanatçı’ kimliğine yükseltilmişti. Bu plan da benim alelade bir suçludan sanatçıya dönüşme planımdı! Ne diyordu Hotel Artemis filmindeki adam: Yaptığım iş bu. Hayatta ne işte becerikli olacağını seçemezsin (1)!” Çakarlı Nuriye cümlesi biter bitmez sağ elinin işaret parmağındaki yakut taşlı kocaman yüzüğün tepesini ısırdı. Yüzüğün taşı yere yuvarlanırken içinden çıkan minnacık bir yumuşak kapsülü dişleriyle patlattı. Çakarlı Nuriye son nefesinde “Bükemediğin eli öpeceksin derler ama ben bu alemde kimsenin elini öpmek için eğilmedim be güzel gacı!” diyerek yere yığıldı. Teğmen Tuncay sarsıntıyla yere yığılan koca gövdenin üzerine atlamış ve kenetlenmiş dişlerin arasından siyanür kapsülünü çıkarmayı denemişti. Maalesef yetişememişti. Çakarlı Nuriye’nin cenazesinden sonra Suadiye Hamiyet Yüceses sokağındaki dedektiflik bürosunda: Mehmet: Allah rahmet eylesin, kötüydü ama harbi bir insandı. Tijen Hanım: Harbi kötüydü diyorsun yani. Komiser Okan: Su testisi su yolu hikayesi dostlar. İntihar etmeseydi, hapishanede ettiği kötülüklerin karşılığında eziyet göreceğini biliyordu. Etme bulma dünyası maalesef. Tilda: Adalet yerini öyle ya da böyle buluyor sanırım. Bu arada Amirim hikayenin adını “Komiser Okan ve diğerleri” olarak değiştirsek mi bu seferlik? Yemin ederim Çakarlı Nuriye’yi yakalamaktaki planın ve planını uygulamaktaki başarın hepimize dudak ısırttı! Komiser Okan: Ne demek efendim. Hikaye sizin hikayeniz, ben sadece naçizane bir figüranım. Ama kongreye gelen dedektiflere ortak bir e-mail atarsanız sevinirim. Tilda: Hangi konuda? Komiser Okan: Hani “Olay olduktan sonra duruma el koymak için polis olmak lazım!” diye ukalalık etmişlerdi ya! Bir daha bir hikayenin sonunu dinlemeden önyargıyla karar vermemelerini salık verirseniz sevinirim! _________________________________________ (1)This is what I do. You can’t pick what you’re good at. / Yaptığım iş bu. Hayatta ne işte becerikli olacağını seçemezsin. / Hotel Artemis, Drew Pearce, 2018. Tuğba TURAN. | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |