18:20 Ölümün kokusu / dedektif hikaye | |
ÖLÜMÜN KOKUSU
Detektiw proza
“Kim bu manyak?!” Emin’in sarı olay yeri bandıyla çevrilmiş alan içerisinde gördükleri tam bir vahşetti. Adeta kesik izleriyle dolu çıplak bir kadın cesedi büyük bir itina ile beton zeminin üzerine yatırılmıştı. Birkaç adım ötesinde gene aynı titizlikle yerleştirilmiş bir cenin, uyuyan bir bebeğin saflığıyla yatıyordu. Tüm bu vahşete rağmen etrafta tek bir damla kan izi yoktu. Olay yeri inceleme ekibi ve kriminal uzmanlar bu özenle yerleştirilmiş puzzle içerisinde arı gibi çalışıyor, kimi parmak izi alıyor, kimi bir detay bulabilmek ve bir ipucu yakalayabilmek için olay yerinin ve cesetlerin ayrıntılı fotoğraflarını çekiyor, kimi de araç lastiği ve ayakabı izi arıyordu. Komiser Emin çöktüğü yerden ayağa kalktı ve bir yandan sigarasını yakarken diğer yandan da cesetleri izlemeyi sürdürdü. Emin cinayet masasında görev yapan deneyimli ve işini seven bir komiserdi. Son zamanlarda artan cinayet vakaları nedeniyle zaten yeterince yorgundu. İki gündür uyumamıştı. Bu yüzden göz altı torbaları neredeyse gözlerinden büyüktü. On beş günlük sakalı tüm yüzünü kaplıyordu. Polis olmak, hele Cinayet Masası’nda komiser olmak, bazen böyle şeyler yapabiliyordu bedenine, ama o hayatından memnundu. İşine, karısına olan bağlılığından daha büyük bir tutkuyla bağlıydı. Zaten son altı aydır ayrı yaşıyorlardı ve belki de iyi bir polis bekar olmalıydı. Altı yaşındaki kızı Sevda olmasa, can çekişen evliliğini bir bıçak darbesiyle bitirebilir, içindeki bu dengesiz alevi hiç tereddüt etmeden söndürebilirdi. Kriminal uzmanlarından biri olan Tahsin, elindeki kalıp çerçevesini izin üzerinden kaldırırken Emin’in cesetleri öfkeyle izlediğini gördü. Kalıbı çantasına bıraktı, eldivenlerini çıkarıp komiserin yanına gitti. “Tüm vücudu derin kesiklerle dolu, bacağında parçalı kırık var, kafa travması ve diğer kırıklar. Sanırım altı ya da yedi saat olmuş ama tam zamanını otopsiden sonra verebilirim.” “Etrafta hiç kan yok,” dedi Emin. “Evet bu da demek oluyor ki, burası bir cinayet mahali değil, onun vitrini.” “Ya bebek?” “Cenin karnından çıkarılmış, bak kordon bağı hala duruyor, ama profesyonelce , yani sanki biri önce sezeryan yapmış, sonra da parçalamış.” “Daha bebek ya,” diye yüzünü ekşitti Emin. “İnsanlar git gide daha da vahşileşiyor, hiçbir şeye sevgi ve merhamet kalmadı.“ “İkisi de ölü. Biri daha ufak diye daha çok merhameti haketmiyor.” “Hastayım senin şu taş kalbine biliyor musun? Yontmaya çalışsam kaç kamyon taş çıkar acaba?” “Karım bile yontamadı o taş bloğu Emin. Senin hiç şansın yok. Peki şu gördüğün resimde neler var sence ? ” “Sanırım bu manyak bize birşeyler anlatmaya çalışmış.” “Gelip yüzüme söyleseydi keşke.” “Bir de sayı var. 32” “Ne bu şimdi?” “Bilmiyorum, sana bırakmış, senin bilmen gerek.” “32, şimdiye kadar 32 kişiyi öldürdüm falan gibi bir şey mi acaba?” “Bu manyak bize birkaç puzzle parçası bırakıp gitmiş ve sanırım resmi tamamlayana kadar durmayacak.” “Manyak olduğunu sanmıyorum eğer öyle olsaydı bir sürü delil bırakması gerekirdi.” “Manyak diyorum Emin, geri zekalı değil. Tanıdığım çoğu manyak normal insanlardan daha zekiydi.” “O yüzden delil yok diyorsun yani. ” “Gerçi, Endont Locart, ‘Bir ortamı terk eden kişinin orada bulunduğuna dair iz bırakmaması imkansızdır’ der ama sanırım bu olay mahallini görmemiş.” “Bu Endont da kim, senin gibi problemli bir adam mı?” “Daha çok kitap okumalısın Emin, daha çok.” “Ömrüm senin bana paketlediğin cesetlerin akıbetini araştırmakla geçiyor Tahsin. Kitap okumaya zamanım olmuyor.” “Etrafta birkaç mobese gördüm, belki sana birşeyler çıkar.” “Nasıl bir salak bankanın önüne birkaç ceset bırakır ve görülmeyeceğini sanır” diyerek sigarasından derin bir nefes daha çeken Emin gülümsedi. Ama Tahsin’in çok orjinal bir cevabı vardı. “Görünmek isteyen bir salak.” “Yani?” “Yani, adam görünmek istiyor ama tanınmak istemiyor Emin.” “Süper! Narsist bir manyağımız oldu desene.” “Olabilir” diye gülümsedi Tahsin. “Sence neden cesetler çıplak?” “Ürün o kadar güzelki adam ambalaj kağıdıya kapatmak istememiş.” “Ya, bırak şakayı.” “Şaka değil Emin. Adam yaptıklarının görünmesini istiyor, hem de her yaranın, her kesiğin, her kırığın, en ince ayrıntının bile…” “Narsist bir psikopat.” “Olabilir. Bu tip insanlar yaptıkları her şeyin takdir edilmesini ister, hem de istisnasız. Yani adamımız beğenilmeyi seven bir psikopat. Belki de şu an bizi bir yerlerden izeyip onu alkışlamamızı bekliyordur.” “Adam olduğunu da nereden çıkarttın?” Tahsin az önce kalıbını aldığı belli belirsiz ayak izini gösterdi. “Şunu görüyor musun? Yarısı yok ama muhtemelen 43 numara. Ayrıca anatomik yapısına ve yere baskı profiline bakarsak baldırda güçlü bir basınç ve …” “Kısaca Tahsin.” “Kısaca yüzde doksan beş erkek, yada 43 numara giyen iri yarı, vücutçu bir kadın.” Emin sigarasından derin bir nefes daha çekip bıraktı. Yere düşen külleri gören Tahsin komiseri uyardı. “Olay mahalinde sigara içme Emin, burası cinayet mahalli, küllük değil.” “Beni bir sürü manyakla tebelleş ediyorsun, sonra da sigara içme diyorsun,” diye karşılık verdi Emin. Tahsin yerdeki çantasını topladı ve sarı bantın dışına, Emin’in yanına geçti. Ona adeta acıyan gözlerle bakarak, “Neyse,” dedi. “Cesetleri konuşacak daha çok zamanımız olacak. Mahkeme ne zaman?” “On beş gün sonra.” “Ne yapacaksın peki?” “Boşanacağız galiba.” “Bak dostum, aynı rezilliği ben de yaşadım. Sana acıdığımı sanma, ben kızın Sevda’ya acıyorum.” “Ben de,” diye cevap verdi Emin, “İnan ben de.” “Bir kez daha düşündünüzmü?” “Sen bir kez daha düşünmüş müydün?” “Benim ikinci kez düşünmeme neden olacak dünyalar güzeli bir kızım yoktu.” “Belki de dediğin gibidir be dostum. Belki de iyi bir polis bekar olmalıdır.” “Sadece bekarlar ve aptallar bu dediğine evet der bence. Ve biz şu an bu soruyu cevaplayacak en kötü tercihleriz.” Tahsin arkadaşının omzuna elini attı, sevgi ve merhametle gülümsedi. Sonra, yerde duran çantasını aldı, polis aracına doğru ilerledi. Emin bir süre onun gidişini izledi ve yeniden cesetlere döndü. Kendine acır bir ses tonuyla mırıldandı. “Şu yerdeki cesetle hayatım arasındaki tek fark, benimkinin nefes alıyor olması.” 2. BÖLÜM “Bir bu eksikti !” Emniyet Müdürü Turgut, masasındaki olay yeri fotograflarını inceliyordu, karşısındaki koltukta oturan Emin ona birşeyler anlatıyordu “Ölen kadının adı Asuman Yiğit, 33 yaşında, Asbank’da krediler servisinde çalışıyormuş, bebek de muhtemelen ona ait, DNA testi sonucunu bekliyoruz” “Kadını ne hale getirmiş böyle?” “Bankadaki arkadaşları müdürü ve çevre esnafıyla gürüştük, kimse birşey bilmiyor, etrafında sevilen biri, bir de sevgilisi varmış, adam şehir dışında, arkadaşlar onu arıyorlar, bizimkileri de ev adresine gönderdim, orada komşularıyla görüşecekler.” “Otopsi raporu geldi mi ?” “Hayır , bekliyoruz, ama ben Tahsin’le konuştum. Sanırım pis kokular alıyor.” “Pis kokular mı ?” “Evet, gerisinin geleceğini düşünüyor.” “Bir de sayı varmış.” “Evet, 32.” “Ne? Şimdi bu 32 kişiyi öldürdüm falan mı?” “Bilmiyorum, belki de.” Turgut elindeki dosyayı masaya bıraktı ve alnını ovmaya başladı. “Artık normal cinayetleri özlüyorum be Emin, adam gibi işlenen spontane cinayetleri.” “Ben de,” diyerek gülümsedi Emin. “Ama sanırım artık moda bu.” “Murat ne zaman geliyor?” “Birazdan geliyorum dedi ama…” Sözünü bitirmişti ki kapı çalındı ve Murat elinde dosyalarla içeri girdi. Murat, elli beş yaşında, Adli Tıp’ta adli psikolog olarak çalışan bir profesördü. Özellikle seri cinayetler konusunda uzmandı. Yurt dışında bu konuda eğitimler ve kurslar almıştı. On beşe yakın cinayetin, verdiği ipuçları sayesinde çözülmesini sağlamıştı ve emniyette bu konudaki tek otorite sayılabilirdi. “Üzgünüm, geç kaldım.” “Gel Murat gel , sana süper bir manyak bulduk.” Murat koltuğa oturdu ve elindeki dosyaları komidine bıraktı, terleyen alnını cekedinin üst cebindeki mendille silerken gülümsedi. “Bir manyak mı ? Son zamanlarda bolca bulunuyor galiba.” “Evet, şu resimlere bir bak bakalım.” Murat Turgut’un uzattığı resimlere göz gezdirmeye başladı. Yüzündeki tebessüm yavaş yavaş gergin bir ifadeye dönüşürken konuştu. “Hayırlı olsun, nur topu gibi bir seri katilimiz oldu.” “Yapma be, daha ilk cinayetten nasıl bu kanıya varıyorsun?” “Adam, gerisi gelecek demek için herşeyi yapmış baksanıza. Özel bir gösteri yeri, özel cesetler ve özel bir yerleştirme.” Fotografları biraz daha inceledi ve komidinin üzerine bıraktı. “İlk baktığımda Amerikadaki bir seri cinayet dosyası aklıma geldi, Adamın adı Ben Markly. Adam yirmi iki kadını öldürmüştü. Kadınların tamamı hayat kadınlarıydı, o da böyle ilginç olay yerleri hazırlardı kurbanlarına.” “Peki derdi neymiş?” “Annesi de bir hayat kadınıymış, evin bir odasında yapıyormuş bu işi. Hatta ilk kurbanı da annesiydi.” “Peki, bu resimlere baktığında neler görüyorsun?” “Öncelikle fotoğrafların bana anlattığı kesin durumlar var. Mesela; narsist, yani yaptığı işin takdir edilmesini istiyor. Delil bulunamadığına göre profesyonel. Cesetlerde bazı değişiklikler yapmış. Bileklik ve cesetlerin yerleştiriliş şekli, tüm bu yaptıklarının bize bir şeyler anlatmak istediğini gösteriyor.” “Ne mesela?” “Genellikle intikam olur bu, ama bir de bebek cesedi var, yani bu farklı bir anlam içeriyor olabilir. İyice incelemek gerek.” “Ne anlatmak istiyo bu psikopat?” “Genelde seri katiller kurbanlarına yaptıklarını bizim de bilmemiz için her şeyi cesetle beraber bırakırlar. Bu tip katiler kurbana karşı bir efendilik tasladıkları için bunu öğrenmemizi isterler. Ama bu cesette istenerek, ya da şöyle söyleyeyim, salt şiddet uygulamak için yapılmış bir şey yok. Yani cesede sahip olmak için hiçbir şey yapmamış. Cesedi sadece bir araç olarak kullanmış. Bize birşeyler anlatmak için yaptığı bir yağlıboya resim olarak düşünün.” “Yani amaç ceset değil.” “Evet, şiddet özel birine gösterilmiş bir şiddet değil.” “Bu da demek ki…” “Bu katil çok tehlikeli. Onun için kurbanların bir değeri yok. Amaç, oyunu oynamak.” “O zaman kurban profili değişebilir öyle mi?” “Bunu ancak ikinci cesette anlyabiliriz dostum.” “Peki, cesetler neden çıplak?” “Ürün o kadar güzel ki, adam ambalaj kağıdıya kapatmak istememiş diyorTahsin.” “Doğru söylemiş , sanırım bize ürününü bu şekilde pazarlamak istiyor.” “Ceset çıplak olduğu halde herhangi bir cinsel saldırı ya da cinsel içerikli bir şiddet bulunamamış.” “Bu da katilimizin ya eşcinsel ya da cinsellik konusunda pasif biri olduğunu gösteriyor.” “Başka bir delil yok sanırırım.” “Ne bir organik döküntü nede başka bir şey. Parmak izi falan da yok. Tüm olay yerini tozladık, hatta siyanoakrilet dumanlaması ve triketohidrinden hidrat da kullandık ama sonuç sıfır.” “Eldiven kullanıyor olabilir, ama plastik eldiven değil, özel deri eldiven.” “Belki de başka cinayet olmayacak, ne dersin?” “Tüm bu hazırlığı tek ceset için yaptığını düşünmüyorum, sanırım gerisi gelecek.” Bu sırada Emin’in telefonu çaldı. Arayan polis memuru Ahmet’ti. “Efendim Ahmet? Komşusu mu? Kapı kapalımı? Hayır. Siz bekleyin, etrafı güvenliğe alın ben geliyorum. Aferin çocuklar.” Emin telefonu kapattı ve gülümsedi. “Bir zanlımız var. Sizin manyak düşündüğünüz kadar akıllı değil galiba.” “Zanlı mı?” “Evet, bizimkiler komşuların ifadesine dayanarak bir zanlının evinin önündelermiş, birazdan içeri gireceğiz.” “Tamam o zaman, sen zanlıyı al getir, sorgu odasında buluşuruz.” Murat, kinayeli bir gülümsemeyle söze girdi. “Arkadaşlar, böyle saplantılı ve mükemmelliyetçi psikopatlar kurbanlarını yakınlarından seçmez, hatta aynı bölgede bile olmazlar. Bu karşı komşu işi, beni tatmin etmiyor.” “Şimdilik tek şansımız bu,” diye cevap verdi Emin. “Bakalım neler anlatacak?” Turgut da telsizi eline aldı ve hareketlendi. “Bakalım kimmiş bu zanlı?” 3. BÖLÜM Emin, son yarım saattir sorgu odasının aynalı camının arkasında, devamlı öne doğru sallanan, kafasını anlamsız bir özgüvenle yukarı kaldırmış, sağ bacağını durmadan aşağı yukarı sallayan, boynunu belli aralıklarla sağa sola doğru sertçe çeviren genç adama bakıyordu. Elindeki dosyayı tekrar açtı, ne aradığını bilmeden birkaç sayfayı bir kez daha inceledi. Cebinden filtresiz sigarasını çıkarttı ve maharet gerektirecek bir beceriyle yaktı. Derin birkaç nefes çekti ve içini kesif bir çaresizlikle katrana boyayan dumanı burnundan dışarı verirken elindeki dosyayı ümitsizlikle masaya bıraktı “Kim bu ucube ?” Sigarasından derin bir nefes daha çekti ve camın arkasındaki genç adamı içindeki kötü polisin gözleriyle birkez daha izlemeye başladı. Aslında polis içgüdüleri onu hiç yanıltmamıştı ve karşısındaki bu adam hiç te dosyada yazan şeyleri yapabilecek biri gibi görünmüyordu. “Bu değil! Lanet olası piç bu değil! Boşuna zaman kaybediyoruz.” Filtresiz sigarasının ıslanan kağıdının dudağında bıraktığı tütün parçalarını parmağıyla silerken kapı açıldı, Emniyet Müdürü Turgut elinde hiç susmayan telsiziyle içeri girdi. Dudağındaki neredeyse bitmiş sigarasını arkasına doğru fırlattı ve üzerinde toplanan duman bulutunu eliyle dağıtmaya çalıştı, yüzünde aptal bir gülümseme sigarasının yerini aldı. Turgut’un içeri girer girmez tüm dikkatini dağıtan ise o duman bulutuydu. “Emin, sana sorgu odasında sigara içme dememişmiydim?” Emin cevap vermedi, gülümsemesi zaten herşeyi anlatıyordu. Turgut da zaten cevap beklemiyordu, masanın üzerinde duran dosyayı eline aldı. “Arada bir traş olmayı denemek ister misin?” “Yok valla amirim, ben her ay düzenli traş olurum, size denk gelmiyordur herhalde?” “Soytarılığı bırak Emin, ne var elimizde?” Emin az önce incelediği dosyada yazılanları bir çırpıda anlatmaya başladı. “Ölen kadınla en son birlikte görünen kişi bu adam. Karşı komşusu ölen kadınla onu kapı önünde tartışırlarken görmüş. Adam kadını kolundan çekmeye çalışmış. Ama kadın dinlemeyip gitmiş, arkasından da adam gitmiş.” “Sevgili tartışması falan mı diyorsun?” “Olabilir, çünkü kadına gitmeden bir paket vermiş ve evden çıkmaması için çok uğraşmış.” “Paketi buldunuz mu?” “Evet. Açılmamıştı. Adli Tıp’ta açtılar ama içinden birkaç tane parfüm, masaj yağı ve krem çıktı.” “Parfüm mü?” “Evet, bizim manyak kadına hediye almış galiba.” “O da beğenmeyince öldürdü mü diyorsun?” “Tektaş alması gerekirdi.” “Ya, şu şartlarda bile espri yapabiliyorsun ya pes!” Emin yüzündeki kinayeli gülümsemeyi yere devirdi. “Adamı nasıl yakaladınız peki?” “Evinden aldık.” “Direndi mi ? Evde birşey buldunuz mu?” “Garip ama onu salonun ortasında iç çamaşırlarıyla yerde cenin şeklinde yatarken bulduk, durmadan sayıklıyordu” “Sayıklıyor muydu? Baygın mıydı?” “Hayır baygın değildi amirim, ölümün kokusu diye sayıklıyordu.” Turgut elindeki dosyayı açtı, sayfaları çevirip içinden önemli gördüğü birkaç satırı hızlıca okudu, içindeki hayret yüzünede yansıdı. “Otistik mi ? Otistikte ne ya? Pes! Bir otistik katilimiz eksikti.” “Evet, enteresan değil mi ? Adı Tunç Kalender. Otuz beş yaşında, bekar, yalnız yaşıyor, annesi ve babası ölmüş, bir parfüm firmasında uzman olarak çalışıyor. Sık sık İtalya’ya gidip geliyor, üç dil biliyor. Aslına bakarsan ben bunları zararsız olurlar sanıyordum.” “Ben de. Yani, elimizde işe yarayacak bir şeyler yok mu?” Emin aynı çaresiz bakışla Turgut’a ne demek istediğini anlatmıştı. “Hayır, yok amirim.” “Sağlam bir itirafa ihtiyacımız var, eğer onu alamazsak en fazla bir iki gün daha onu burada tutabiliriz. CMUK savcısı Nihat bizi pek sevmiyor” “Başka şansımız yok yani?” Murat içeri girdi, elindeki not defterini masaya koydu. “Geç kalmadım değil mi?” “Yok. Gel Murat, birazdan başlayacağız.” “Tamam ben hazırım.” Emin tam da başlarındaki tek belanın bu olduğunu düşünüyordu ki kapı açıldı, Aslı elinde çantasıyla içeri adeta daldı. Öfkesi yüzünü tatlı bir kızıllığa boyamıştı ama yüz ifadesi bir prensesden çok bir dişi aslanı andırıyordu. Üstelik karşısında hiç anlaşamadığı bir erkek aslan, yani Emin vardı. Emniyet Müdürü’nü gördüğünde biraz sakinleşir gibi oldu ama odanın köşesinde Emin’i farkedince yüzündeki tatlı kızıllık, cehennem alevine dönüştü. “Amirim merhaba. Iyyy, sen de mi buradaydın?” Emin de aynı şekilde hoşlanmıyordu ondan ve bunu belli etmekten de büyük zevk aldığı söylenebilirdi. “İşte akbaba da geldi. Sana da merhaba ölü sevici.” Aslı, elindeki çantayı masaya adeta fırlattı ve aynalı camın yanına gelerek içerideki müvekkilini bir annenin çocuğuna olan şefkatiyle izledi. “Onu orada yalnız mı bıraktınız? Bu onu çok korkutur.” “Dalga mı geçiyorsun? O bir cinayet zanlısı.” “Senin de söylediğin gibi müvekkilim sadece bir zanlı! Yani katil değil! Umarım şiddet uygulamamışsınızdır. Yoksa, bunun için de ayrı bir dava açmam gerekecek. Gerçi, senin için açtığım dosyaları ofiste koyacak yer bulamıyorum ama!” “Vıdı vıdı vıdı.” “Amirim müvekkilim asperger sendromu hastası. Savcı, ifadesinin psiklog eşliğinde alınmasını istedi. İstiyorsanız evrakı göstereyim.” “Eminim bir kılıf bulmuşsundur.” Murat, Aslı’nın söylediklerine cevap verdi. “Asperger sendromu hastası mı? Tamam, merak etmeyin. Ben Murat Saygı, adli psikoloğum , sorguda hazır bulunacağım.” “Asperger de ne?” diye sözünü kesti Turgut. “Asperger sendromu denen şey, otistik spektrum bozukluklarından biridir. Bu kişilerde iletişim becerileri eksiktir, empati kuramazlar, sakardırlar. Dar kapsamlı konularda yoğun ilgileri vardır. Bazen de bir konuda aşırı yetenekleri ortaya çıkar.” Turgut, “Yani?” diyerek açıklamalarına devam etmesini istedi. “Yani, bu adamdan seri katil olamaz. Kurgu yetenekleri zayıftır. Düşünce esnekliğindeki güçlük nedeniyle zor ve karmaşık kurguları planlayamazlar. Yani, bu cinayeti işleyip sonra da bize birkaç ipucu bırakacak kadar planlı ve akılcı davranamazlar.” “Nihayet aklı başında biri,” diyerek gülümsedi Aslı. “Belki de bu ilk olacak,” diye karşılık verdi Emin. Turgut da bu ikilinin arasındaki dehşetli nefreti biliyordu ama şimdi onun dikkatini çeken tek şey, aynalı camın arkasındaki adamdı. “Asperger sendromu ha!” “Evet, Asperger sendromu. Dahilerin hastalığı da denir. Her şartta Emin’den daha zeki olduğuna bahse girerim,” diye karşılık verdi Aslı. Turgut’un bu ikilinin atışmalarına ayıracak vakti yoktu. “Tamam neyse… Hadi bir an önce başlayalım.” Aslı cevap beklemeden sorgu odasının kapısını açtı ve içeri girdi. Emin ise onu öfkeli bakışlarla izleyerek takip edecekti ki kapı açıldı ve içeriye Adli Tıp’tan Mehmet girdi. “Mehmet geldin mi? Senin de bulunmanı istedim sorguda.” “Hayırdır amirim, önemli bir şey mi?” “Bir dinle bakalım, adam astergir miymiş neymiş, sen de bir izle bakalım neler oluyor? Hadi o zaman başlayalım.” “Asperger mi? İlginç. Bunlar zarasız olur aslında. Neden getirdiler? ” “Cinayet şüphelisi , bir kadını parça pinçik etmiş,” diye gülümsedi Emin. “Çok garip, şimdiye kadar böyle bir şeye raslamadım. Bir terslik var bu işte.” Turgut aceleciydi. “Bırakın tatavayı, daha müsteşarla toplantım var benim. Bir an önce işimize yarayacak birkaç şey öğrenmemiz gerek.” Mehmet önden içeri girdi. Emin de içeri giriyordu ki, Turgut onu kolundan çekti ve yanına aldı, adeta fısıldar gibi mırıldandı. “Bak kendine sahip ol, şu kadınla daha fazla muhatap etme beni, seni ona karşı koruyabilmek için kariyerimi ortaya koydum ben, beni utandırma.” “Yok be amirim , biraz limoniyiz hepsi o. Aslında severim onu yani.“ “Bana kendini anlatma Emin, sadece sana dediğimi yap.” “Patron sensin.” “Evet benim ve daha uzun yıllar kalmak istiyorum. Şimdi içerde pamuk gibi bir Emin görmek istiyorum. Tamam mı?” “Pamuk mu?” “Gir içeri Emin. Ve beni oradaki bir avuç insana rezil etme.” “İlk kanı onlar akıttı komutanım. İlk kanı onlar akıttı.” “Soytarılık yapma Emin.” 4. Bölüm “Bu adama karşı bu özen niye ?” Aslı, Tunç’un yanına bir sandalye çekti ve elinden tutarak yüzünü yüzünün karşısına getirerek adeta bir çocukla konuşuyormuş gibi bir özenle gülümsedi. “Tunç Bey…” “Benim buyrun.” “Beni patronunuz Artin Nişancıyan gönderdi, avukatınızım, sizinle sorguda bulunacağım. Lütfen sakinleşin ve derin derin nefesler alın.” O ana kadar yüzünü yere devirmiş bu genç adam yavaşça kafasını kaldırdı ve göz temasına girmemeye çalışarak cevap verdi. “Çok susadım.” Aslı ondan istediği şeyi almış olmanın verdiği heyecanla masanın kenarında ayakta bekleyen polis memuruna döndü. “Biri bize su getirebilir mi? Hemen!” Polis memuru bakışlarını Emine çevirdi. Emin bir göz işaretiyle kafasını salladı. Polis memuru odadan dışarı doğru hareketlendi. Birkaç dakika sonrada elinde ufak bir pet şişe suyla içeri girdi. Şişeyi Emin’e uzattı. Emin şişeyi aldı ve Tunç’a uzattı. “Al bakalım.” Emin, suyu elinden bilerek erken bıraktı. Yere doğru düşmeye başlayan şişeyi Tunç kimsenin beklemediği bir refleksle havada yakaladı ve masaya koydu. “Bu … Bu olmaz. Bu su tamamen sentetik, ben bu suları içmiyorum, bana ph 8,5 olan bir su getirebilirler mi?” “Bize ph 8,5 olan bir su getirebilir misiniz?” Emin’in aklında başka bir şey vardı. “Hiç te sakar birine bezemiyor.” Murat buna herkesden önce cevap verdi. “Bu genel özellikler Emin, her hastada aynı semptomatik özellikler olmaz. Tamamen generle alakalı, kimin hastalığının hangi özellikler taşıyacağına beden karar verir.” “Güzel, o zaman onunla oynamaya başlayabiliriz, normal bir insan gibi.” Aslı sesini yükselterek sözlerin kesti. “Bize ph 8,5 olan bir su getirebilir misiniz?” Emin yavaş yavaş sinirleniyordu. “Biz bu sudan içiyoruz ve şimdiye kadar yaşayabildik, başka su yok burada.” “Bir defalık bu suyu için lütfen. Ben daha sonra dışarıdan temin edeceğim size.” Tunç isteksizce suyu aldı ve burnunu kapatarak birkaç yudum içti, şişeyi masanın kendinden uzak bir yerine bıraktı ve derin bir nefes alarak burnundaki elini çekti, Aslının yüzüne birkaç saniye baktı, kafasını çevirirken gülümsemeye çalıştı. “Şimdi daha iyi misiniz?” “Evet, teşekkür ederim?” “Tamam, güzel, şimdi arkadaşlar size bazı sorular soracaklar, lütfen onlara bildiğiniz şeylerin hepsini anlatın. Ben hep burada olacağım, gerekirse size müdahale deceğim, merak etmeyin.” “Elbette.” “Hazırsanız başlayabiliriz, ne dersiniz?” Murat elindeki dosyaları masaya bıraktı ve sözlerini kesti. “Tunç Bey, ben Murat Saygı, adli psikoloğum. Sorguda bulunacağım. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” “Çok gerginim,” diye cevap verdi Tunç. “Canım yanıyor.” “Biraz sakin olun,” diye gülümsedi Murat. “İnanın kısa sürmesi için elimden geleni yapacağım. Unutmayın buradaki hiç kimse sizi birşeyle suçlamıyor, sadece bazı cevaplar almak istiyoruz hepsi bu. Lütfen bildiğiniz herşeyi bizimle paylaşın. Ne kadar dürsüt olursanız o kadar kısa sürecektir.” Tunç cevap vermedi. Kafasıyla tamam işareti yaparak bakışlarını terar yere devirdi. Birkaç saniye sonra kafasını kaldırıp hazırım işareti yaptı. Emin hala neden bu kadar önemsendiğine bir anlam veremediği garip hareketleri olan bu adamı inceliyordu. Aslı’ya kinayeli bir şekilde gülümsedi. “Evet bebeğimiz de hazır olduğuna göre sorguya başlayabiliriz ne dersiniz?” “Senin saçma sapan esprilerini dinlemek istemiyorum Emin. Hemen sorguya geçelim.” Turgut ta bunu onayladı. “Sorguya geç Emin. Sadece bir saatimiz var.” 5.BÖLÜM “Hamile bir kadın için çok ağır!” Elindeki alışveriş torbalarını kapının önüne doğru adeta sürükledi. İndiği taksinin şoförü de yeterince anlayışlı değildi. Çantaları apartmanın içine taşımak yerine para üstünü bile vermeden hızla sokaktaki karanlıkta kaybolup gitti. Şişkin karnını eliyle okşayarak birkaç derin nefes aldı. İçinde herşeyin olabileceği çantasından dış kapının anahtarını maharet gerektirecek bir hızla buldu ve son bir gayretle torbaları apartman kapısından içeri taşıdı. Tam da tüm kötü şansın dağılıp gittiğini düşünüyordu ki, asansörün meşgul ışığını gördü. Artık daha fazla kendini tutamadı. “Siktir yaa!..” Hızlı adımlarla asansör kapısının önüne geldi, birkaç sert yumruk vurdu. “Asansörün işi bittiyse bırakır mısınız lütfen!” Ama herhangi bir cevap alamadı. Asansördeki melun ışık hala yanıyordu, öfkeyle kendi kendine mırıldandı. “İnsanlardan nefret ediyorum. Zaten bankada tüm gün canıma okuyorlar. Bir de bunlar var yaaa…” Birkaç kez daha sertçe asansör kapısını yumrukladı ama gene cevap alamadı. Daha fazla beklemenin kendisini yoracağını düşündüğünden alışveriş poşetlerinin yanına geri döndü, “Gerizekalılar,” diye söylenmeye devam ederek çantaları eline aldı ve merdivenlere doğru yöneldi. O anda arkasında bir şey hissetti. Yaklaşan anneliğin ona hediye ettiği altıncı his gibi bir şeydi bu. Kapıcının ya da sevdiği bir komşusunun olmasını ümid ederek arkasını döndü ve gülümsemeye çalıştı. “Siz de kimsiniz?” 6. BÖLÜM “Ne saklıyorsun sen ucube?” Emin elindeki dosyayı masanın üzerine bıraktı ve karşısında bir peygamber sakinliğiyle oturan genç adama birkaç saniye baktı. Elindeki dosyayı açarak maktülün ve olay yerinin resimlerini çıkarttı. “Tunç’tu değil mi?” Aslı, sinirli bir ses tonuyla Tunç’tan önce cevap verdi. “Bunu söylemişti ya. Ne yapmaya çalışıyorsun?” “Ondan duymak istiyorum.” “Evet, adım Tunç.” diye cevap verdi beriki. Bakışları hala yere çevriliydi. “Neden burada olduğunuzu biliyormusunuz?” “Maalesef hayır, beni buraya getiren arkadaşlar bir şey söylemedi. Evde beni tartaklayan arkadaşlar da bir şey söylemedi.” “Evinde onu tartakladınız mı? Harika! Bunun için ayrıca bir dosya açacağım ve gene sana.” “Arkadaşlar biraz ciddi davranmış, o kadar.” “Sorun değil,” diyerek Tunç araya girdi. “Aslı Hanım, iyiyim ben.” “Asuman Yiğit’i tanıyor musunuz?” “Evet, üst komşumdu kendisi. “Nerede olduğuna dair bir bilginiz varmı?” “Ölümüne üzüldüm, severdim kendisini.” “Öldüğünü de nereden çıkardınız?” “Bugün son konuştuğumuzda ölümün kokusu sinmişti üzerine. Ona anlatmaya çalıştım ama beni dinlemek istemedi.” “Ölümün kokusu mu? Yani ceset kokusu mu?” “Hayır, ceset organik bir çöptür, kokuşmaya başlar, hepsi o. Ölümün kokusu ise başkadır. Size ölüm hediyesini getiren meleğin kokusu siner üzerinize. Ve ölümden sonra gideceğiniz tarafın mahşeri kokusu.” “Yani siz kimin öleceğini kokudan anlayabiliyorsunuz. Öyle mi?” “Evet.” Emin’in yüzündeki gerginlik, yerini kinayeli bir gülümsemeye bıraktı. “Deli taklidi yapacak galiba,” diye geçirdi içinden. “Bu iyi, demek ki bir şeyler saklıyor.“ “Mesleğiniz nedir?” “İtalyan menşeili bir parfüm firmasında koku uzmanı olarak çalışıyorum.” “Koku uzmanı mı ?” “Evet, bilirsiniz, parfüm içerikleri ve kişiye özel parfüm hazırlanması gibi şeyler. Ayrıca çeşitli üniversitelerde kokular üzerine çalışmalar yaparım.” “Nasıl şeyler?” “Bilimsel şeyler, çoğunlukla adli tıp ve kriminale özel şeyler” “Adli tıp mı?” “Evet, ceset çürümeleri, toksikoloji, dna ve koku analizleri.” “İlginç, bu sizin hobiniz mi yoksa…” “Uzmanlık alanım kokular, bu ister bir kadının parfümü olsun, ister bir cinayetteki ipucu.” Emin bir şey daha yakalamış olmanın ona verdiği özgüvenle devam edecekti ki, Mehmet kendi konusunda bir şeyler duymuş olmanın heyecanıyla sözü devraldı, Emin bu çapraz sorgunun işini kolaylaştıracağını düşündüğünden müdahale etmeden dinlemeye başladı. “Kokular üzerine uzman olmanız çok ilginç. Ne zamandır kokular üzerine çalışıyorsunuz?” “Çocukluğumdan beri diyebilirim. O zamanlar güzel kokularla başlayan ilgim, duygu ve hormonların kokularını keşfetmemle profesyonelleşti. Kokularla ilgili bir sürü eğitim aldım, Cesetler ve Adli tıp eğitimlerini de Hacettepe üniversitesinde aldım. Hatta geçen sene İtalya’nın başkenti Roma’da toksikoloji ve ceset çürüme sinopsiyonları üzerine bir seminer verdik. Ben ve İlka Ojentera. İlka, toksikoloji uzmanıdır, Helsinki’de yaşıyor.” “Evet, tanıyorum. Benim toksikoloji eğitimlerime de katılmıştı. Çok iyi bir adli tıpçıdır.” “Evet, onunla zehirlerin insan bedenindeki etkileri ve ortaya çıkardıkları hücre kokularından zehir tespit ve tayinleri konusunda bir çalışma yaptık. Seneye laboratuvar çalışmaları bitince bir makale olarak yayınlanacak.” “Böyle bir şey olabilir mi gerçekten?” “Elbette, insan bedeni çürümeye başladığında her aşamada farklı kokular yayar, bu hem çürüme ve ölüm zamanının tayini hem de ölüm nedeni ile ilgili birçok ipucu verir. Ben o kokuların tamamını alabilen biriyim ve bu da bir cesedin ne zaman ve nasıl öldüğüne dair iyi ipuçları verir.” “Yoksa, siz geçen sene Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi’ndeki Duyguların ve Düşüncelerin Alfabesi adlı makaleyi yazan Tunç musunuz?” “Umarım beğenmişsinizdir. Bu sene de Ankara’daki Uluslararası Tıp Konferansı’nda bu konuyla ilgili bir konuşma yapacağım, beklerim.” “Ben çok beğenmiştim doğrusu. Bulunmaktan da onur duyarım, peki doğrumu ? Yani duygu ve düşüncelerin bir kokusu varmı ?” “Evet tüm duygu ve düşüncelerin bir kokusu ve o kokunun da bir alfabesi var, eğer öğrenirseniz insanların düşüncelerini okuyabilirsiniz.” “Sihir gibi.” (devami var)... Serkan ERTEM. # DedektifDergi | |
|
Teswirleriň ählisi: 1 | ||
| ||