19:12 Gerbera / dedektif hikaye | |
GERBERA
Detektiw proza
Hava kararmak üzereydi. Çiçekçinin önüne park ettik aracımızı. Olay Yeri İnceleme Şubesi’nin elemanları işlerini bitirmişler, çantalarını minibüse yerleştirmekle meşguldüler. Bir yanı emlakçı, diğer yanı butik olan dükkana adım attığımızda, çiçek kokusundan önce kan kokusu çarptı burnumuza. Mekanın orta yerinde, takım elbiseli bir adam yatıyordu. Göğsünden iki kez vurulmuştu. Bir diğer kurşun ise sol gözünün altından girmişti. Göğüs cebinde bordo bir mendil olan lacivert takım elbisesi ‘pahalıyım ben’ diye bas bas bağırıyordu. Altmışlarında görünmesine karşın sporla haşır neşir olduğu belli oluyordu. Üstlerden kendisini terk eden saçlarının neden olduğu boşluğu, yan kısımlardan uzattıklarıyla örtmeye çalışmıştı. Kızıla çalan bir renge boyalıydı saçları. Doğal görünmesini sağlamak için olacak, şakaklarını ve favorilerini boyatmamış, beyaz bırakmıştı. Üzerinde kasanın da bulunduğu küçük masanın üzerindeki bir dizüstü bilgisayara dikkatle bakarken bulduk Olay Yeri İnceleme’den Oktay Komiser ve yanındakileri. “Kamera kayıtlarını inceliyoruz,” dedi Oktay Komiser. “Soyguna gelmiş, müşteriyi öldürmüş.” “Maktul kimmiş?” diye sordu Amirim. “Kudret Nayman. Altmış dört yaşında. Cebinden çıkan kartvizitlere bakılırsa matbaa sahibiymiş.” “Kimlik çıkmadı mı üzerinden?” “Katili cüzdanını ve telefonunu götürmüş.” “Başa alsanıza,” dedi Amirim. Maktul elinde gül demetiyle kasanın önünde bekliyordu görüntülerde. Çiçekçi kredi kartını post makinesine takıp işlem yapmaya başladığı sırada, kafasında sadece gözleri ve ağzını açıkta bırakan kar maskesi olan bir şahıs, elinde tabancayla içeri giriyordu. Önce çiçekçiye doğrultuyordu silahını, sonra da maktule. Aralık çubuğuna basarak görüntüyü durdurdu Amirim. Orta boylu, üç tel kalmış saçını jöleleyip özenle arkaya doğru taramış çiçekçiye döndü: “Ne dedi burada size?” “Kımıldamamamızı söyledi, sonra da kasadaki parayı istedi.” “Maktule de bir şey söylemiş.” “Evet… Ters bir hareket yapmamasını söyledi.” Çiçekçi parayı uzatırken, soyguncu ani bir hareketle dönüp müşteriye ateş ediyordu. Amirim tekrar durdurdu videoyu. “Ateş etmeden bir şey söyledi mi?” “Sana ters bir şey yapmamanı söylemiştim, dedi.” Görüntüde maktulün hareket ettiği görülmüyordu. Amirim, “Biraz geriye alalım,” dedi. Tekrar izledik. Adamcağız bırak ters bir hareket yapmayı, kılını kıpırdatmamıştı. Soyguncu,ilk iki kurşundan sonra yere yığılan adamın bir de kafasına ateş etmişti. Daha sonra da adamın cebinden cüzdanını ve elinden yere düşen cep telefonunu alarak dışarı fırlamıştı. “Soyguncuyla maktulün birbirlerini daha önceden tanıdıklarına dair bir şey dikkatini çekti mi?” diye sordu Amirim. “Hayır,” dedi çiçekçi. “Kurşunlardan başka bir şey var mı elimizde Oktay?” diye sordu Amirim. “Bir de çamurlu ayak izleri. Başka bir şey yok. Bir yere dokunmamış, zaten şekilde görüldüğü gibi elinde de eldiven varmış.” Amirim çiçekçiye döndü: “Dışarı çıktıktan sonra arabaya mı bindi, yaya olarak mı kaçtı, görebildin mi?” “Yok Amirim,” diye cevap verdi çiçekçi, “ardından bakacak halim mi vardı?” “Görüntüleri bir kez daha izleyebilir miyiz?” dedim. Adam dükkana ilk girdiğinde dikkatimi çeken bir şey olmuştu. İçeri girmiş ve kafasını sağa doğru çevirip bir şeye ya da bir yere bakmıştı. “Dışarıda bekleyen bir ortağı mı vardı acaba?” dedim. Bilgisayarın ekranına iyice yaklaşan Amirim, “Yok,” dedi, “birisine bakmamış, hapşırmış.” Kapının hemen sağındaki vitrinde duran gerberalara doğru yürürken, “Herif ya nezle filandı ya da çiçeklere alerjisi var,” dedi. Yakın gözlüklerini takıp çiçeklere iyice yaklaştı: “Bunlara sprey filan sıkıyor musunuz?” “Bizde öyle şey olmaz Amirim,” dedi çiçekçi, ” tamamen kendi doğal kokuları.” “O zaman çiçeklerin üzerindeki damlacıklar herifin ağzından çıkan salgılar. Oktay, çocukları çağır da şu papatyaların üzerinden örnek alsınlar.” Oktay Komiser, “Papatyaları alıyoruz,” dedi çiçekçiye. “Alın Amirim,” dedi çiçekçi, “feda olsun size.” “Feda mı olsun? Kanıt olarak alıyoruz dallama, sevgilimize götürmek için değil!” oldu Oktay Komiser’in veda sözleri. *** Maktulün eşi Nazlı Nayman, otuzlu yaşlarının başında, güzel bir kadındı. Kocasının ölüm haberini verdiğimizde ağlamadı, çığlık da atmadı. Sanki, “Kocanız öldürüldü,” değil de, “Arabanızın tamponu çizildi,” demişiz gibi, “Kim öldürmüş?” diye sordu: “Kıskanç bir sevgili, koca?” *** Morgda cesedi teşhis ettikten sonra Merkez’de ifadesini aldık Nazlı Hanımın. Cinayet saatinde sahibi olduğu sanat galerisinde olduğunu söyledi. “On yıl önce evlendik. İkinci eşiyim Kudret’in,” dedi. ” İlk birkaç yıl iyiydik. Sonra gözü dışarıya kaydı. Bizim ilişkimiz başladığında da evliydi zaten. Üniversite öğrencisiydim daha. Yayıncılık fuarı açılmıştı. Harçlığımı çıkarmak için arada sırada fuar ve sergilerde çalışıyordum. Orada tanıştık. İlgilendi benimle. Yakışıklı, havalı, lüks yaşamı olan bir adamdı. Hoşuma gitti ilgisi. Dürüst davrandı, evli olduğunu saklamadı. Birkaç kez yemeğe çıkardı beni. Aşık olmuştum. Bir yıl kadar bu şekilde beraber olduk. Ben okulu bitirince karısından boşandı, evlendik.” “Son zamanlarda nasıldı evliliğiniz?” “Dört yıl kadar oldu fiili olarak biteli. Haftalarca birbirimizin yüzünü görmediğimiz olur… yani olurdu.” Yüzüne nasıl baktıysak kadının, açıklamak gereğini duydu: “Niye boşanmıyoruz ya da hangimiz boşanmamak için ayak diretiyor diye düşünüyorsunuz sanırım.” Böyle sorguları severim; ifadesini aldığınız kişi sizi yormaz, hem soruları sorar hem de yanıtları verir. “Aslında ikimiz de boşanma yanlısıydık. Aşk biteli yıllar olmuş, saygıyı, sevgiyi tüketmişiz. Artık aynı evde ne işimiz var değil mi?” Sorusunu bize değil de kendisine sorduğunu bildiğimizden sessiz kalıp devam etmesini bekledik. “Kendisine başka bir ev almıştı. Orada yaşıyordu. Zorunlu olmadıkça bir araya gelmiyorduk. Sonra o kendi evine, ben kendi evime.” “Son zamanlarda bir birliktelik yaşayıp yaşamadığını…” Nazlı hanım Amirimin cümlesini tamamlamasına fırsat vermedi. “O kadar yüz göz değildik Komiser Bey.” “Vurulduğu sırada çiçek alıyormuş. Romantik bir akşam geçirmeyi planladığını düşünüyoruz.” Amirimin nezaket çerçevesinde kalmaya çalışarak sorduğu soru Nazlı Hanım’ı çok eğlendirmiş olmalıydı. “Romantik mi? Gönlünün değil, organının götürdüğü yere giden bir adamdı Kudret.” Yanaklarımın kızardığı belli olmasın diye not defterime bir şeyler yazıyormuş gibi kafamı eğdim. “Ben hala neden boşanmadığınızı anlayabilmiş değilim,” diye devam etti Amirim. “Kudret devletle iş yapardı. Aklınıza gelebilecek her türlü kamu kurumunun işlerini o alırdı. Kitabından broşürüne, afişinden dosya kapağına kadar…” Bunun boşanmakla, daha doğrusu boşanamamakla ne gibi bir ilgisi olabileceğini anlayamamıştım. Amirime baktım, o da pek anlamışa benzemiyordu. Nazlı Hanım, mal mal bakıştığımızı görünce açıklama gereği hissetti: “Beyefendinin eşinden çekiniyordu. Malum, hanımefendi, eşlerinden ayrılan, yuvalarını yıkan erkeklerden pek haz etmez.” “Devletten bir daha iş alamamaktan korkuyordu yani?” Nazlı Hanım, “Kalın kafanıza girdi nihayet” bakışıyla vurdu bizi: “Bu yüzden de görünürde mutlu aile tablosu çiziyor, gizliden de kendi hayatlarımızı yaşıyorduk. Yalnızca açılışlar, iftar yemekleri gibi sosyal ortamlarda birlikte görünüyorduk.” “Evlilik sözleşmeniz yapmış mıydınız?” “Sanırım benimle evlendiğinde bana gerçekten aşıktı ve sonsuza kadar birlikte olacağımızı düşünüyordu. Teklif bile etmedi böyle bir şeyi. Aklından bile geçirdiğini sanmıyorum.” “Yani öldüğüne göre…” Nazlı Hanım lafı Amirimin ağzından aldı. “Hayır. Bütün mirası bana kalmayacak. İlk eşinden bir oğlu var” *** Kudret Nayman’ın özel bir üniversitede öğrenci olan oğlu Kutsi, babasının ölüm haberini alır almaz Uludağ’daki hafta sonu tatilini yarıda keserek Ankara’ya gelmişti. Sabah ilk işimiz onu ziyaret etmek oldu. Çankaya’da, kapısında güvenliğe kimlik bilgilerinizi vermeden giremediğiniz, her köşesi kameralarla donatılmış bir sitede yaşıyordu. Oturduğu bloğa girdiğimizde, çevresine göz atan Amirim, “Bu ne lan, Anıtkabir’de bile bu kadar mermer kullanılmamıştır herhalde,” diye mırıldandı. *** Kutsi’nin oturduğu dairenin salonu benim yaşadığım evden daha büyüktü. Geniş pencerelerinden Ankara manzarasını; şehri baştan sona kaplayan iğrenç beton yığınlarını görebiliyordunuz. Kutsi’nin üzerinde marka bir gömlek ve pantolon vardı. Pahalı kılık kıyafet, özenle kesilmiş, jölelenmiş saçlar ve alınmış kaşlara rağmen yine de pek bir şeye benzemiyordu delikanlı. Babası rahmetli o yaşında ve nefes almazken bile oğlundan daha yakışıklıydı. İnternette yapmış olduğum araştırmada annesinin fotoğrafını görmüştüm. Güzel bir kadındı. Böyle iki güzel insanın ortak çalışmasından bu şekilde bir ürün ortaya çıkması şaşırtıcıydı. Belki de oğlan dayıya çekmişti. “Nazlı denen o kadına bakın siz,” dedi sinirli bir biçimde. “Babam kendisinden boşanmadığı için parasına konamıyordu. O keş sevgilisiyle birlikte öldürmüşlerdir babamı.” Keş sevgiliyi defterime not aldım. “Pek sevmiyorsunuz galiba Nazlı Hanımı,” dedi Amirim. “Nesini sevecekmişim?” diye aksilendi Kutsi. “Onun yüzünden evden ayrılmak zorunda kaldım, genç yaşımda hayat mücadelesinin içinde buldum kendimi.” Ulan duyan da pazarda limon satıp, köprü altında yatıyor sanacak! “Babanızla görüşür müydünüz?” diye sordu Amirim. “Elbette,” diye cevap verdi Kutsi. Kanepede yanında oturan uzun siyah saçlı, uzun boylu, uzun bacaklı kızı omzundan tutup kendine yasladı. “Yeşim’le tanıştıracaktım yarın akşam kendisini. Birlikte yemek yiyecektik.” Başını sevgilisinin omzuna yasladı uzun siyah saçlı, uzun boylu, uzun bacaklı Yeşim. “Babanız,” dedi Amirim, “saldırıya uğradığı sırada çiçekçideymiş, gül buketi yaptırmış.” “Ne var bunda?” dedi Kutsi. “Cebinden de küçük mavi haplardan ve prezervatif çıktı. Bir zarf içinde de beş yüz dolar.” “Babam sağlıklı bir adamdı. Uzun zamandır da o karısı olacak kadından ayrıydı.” “Kiminle buluşmaya gittiğini bilmiyorsunuz yani?” “Hiçbir fikrim yok.” *** “İyi bir insandı Kudret Bey,” dedi on beş yıldır şoförlüğünü yapan Mustafa. “Allah rahmet eylesin.” “Zampara adammış patronun,” dedi Amirim. Başını öne eğdi Mustafa, “O yönünü bilemem,” dedi. “Ben bir kötülüğünü görmedim.” “Dün izin vermiş sana.” “Öğleden sonra bir toplantıya götürmüştüm kendisini. Şirkete geldiğimizde gidebileceğimi söyledi.” “Hanım arkadaşlarıyla buluşacağı zaman sen mi bırakırdın gideceği yere?” “Yok, özel işleri olduğu zaman kendisi alırdı arabayı.” “Hiç birini görmedin mi yani sen bu arkadaşların?” “Görmedim. Şirketle ilgili işlere götürür getirirdim ben onu.” *** Günün geri kalan kısmını Merkez’de geçirdik. Kudret Nayman’ın başı yasalarla hiç belaya girmemişti. İnternetten, medyada hakkında çıkan haberlere göz gezdirdik. Yıllardır yayıncılık sektöründeydi. İktidarla arasını her devirde iyi tutmuştu. Birçok bakanlık ve kamu kuruluşunun reklam, tanıtım, baskı işlerini yapmış, devletten büyük ihaleler almıştı. Açılışlarda ve davetlerde, Nazlı Hanımla birlikte gayet başarıyla mutlu aile tablosu çiziyorlardı. Kredi kartı harcamalarında da bir gariplik yoktu. Kutsi’nin de şimdiye kadar bizi ilgilendirecek bir meselesi olmamıştı. “Sen yine de kredi kartı harcamalarına filan göz at,” dedi Amirim. “Lüks içinde yüzüyor oğlan. Böyle bir evde yaşayıp böyle kızlarla beraber olmanın faturası yüksek olmalı. Babası buna nasıl bir harçlık veriyormuş ki! Araştıralım bakalım, bu Kutsi’nin kumar, uyuşturucu gibi alışkanlıkları var mı? Kız demişken, o Yeşim’e de bir bakıver.” Büroya gelir gelmez ilk ona bakmıştım zaten. Temizdi. “Telefon şirketinden haber var mı?” diye sordu Amirim. “Kudret beyin son iki aylık görüşme listesini talep ettik,” diye cevap verdim, “cevap bekliyoruz.” “Buluşacağı kadını bulmamız lazım,” dedi Amirim. Amirim de Nazlı Hanım gibi düşünüyordu anlaşılan. “Kıskanç bir koca ya da sevgili mi diyorsunuz?” “Soygun olmadığı kesin… Adam dükkana Kudret için gelmiş… Silahlı soygunu göze alıyorsan neden gidip de bir çiçekçi soyasın ki!..” İlk eşi, Kudret beyden boşandıktan iki sene sonra tekrar evlenmiş ve İzmir’de yaşamaya başlamıştı. Ya Kudret bey eski eşine karşı oldukça bonkör davranmış ya da kadın kendisine tuttuğunu koparan bir avukat bulmuştu. Birkaç sene sonra yüzüne bakmayacağı Nazlı hanımla evlenebilmek Kudret beye lüks iki ev ve yüklü bir tazminata patlamıştı. Kutsi, annesiyle babasının boşandıktan sonra görüşmediklerini söylediğinden, kadını şimdilik şüpheli listesinden çıkardık. *** Sabah Nazlı Hanımı sahibi olduğu sanat galerisinde ziyaret ettik. Ulus’ta, kentsel dönüşümle yeni bir çehre kazanan Hamamönü’ndeydi galeri. “Hoş geldiniz Komiser Bey,” dedi, “biz de tam sabah kahvemizi içecektik.” Boncuklu bir perdeyle salondan ayrılmış bölmeye doğru seslendi, “Berkay, misafirlerimiz var. Kahveler dört oldu.” Berkay gerçekten iyi kahve yapıyordu. Genç, eli yüzü düzgün bir delikanlıydı. Taş çatlasa yirmi bir-yirmi iki yaşında filan olmalıydı. Anlaşılan çıtır merakı bu ailenin özelliklerinden biriydi. “Kutsi’nin halt etmesi olmalı,” dedi gülerek Nazlı Hanım. “Babasını benim öldürttüğümü mü düşünüyor embesil? “Şüpheli listesinden çıkartabilmemiz için Berkay Beyin cinayet saatinde nerede olduğunu bilmek zorundayız.” “Birlikteydik. İki gün sonra Kadın Ressamlar Derneği’nin sergisi var, onun hazırlıklarını yapıyorduk.” Berkay’ın yüzüne baktık. Delikanlı, “Yok Nazlı,” dedi, “matbaadaydım ben, davetiyeler için…” *** Matbaa iki sokak ötedeydi. Matbaacı, Berkay’ın söylediğini doğruladı. Hatta işi söz verdikleri saate yetiştiremedikleri için delikanlı iki saat kadar dükkanda beklemek zorunda kalmıştı. Merkez’e dönünce hakkında araştırma yaptık. Güzel Sanatlar Fakültesi resim bölümünde öğrenciydi. Herhangi bir kaydı yoktu. *** Topuklu ayakkabı sesleri, içerden gelen berbat bir Türkçe pop şarkısına kapıya kadar eşlik etti. Orta boylu, güzellik salonundan yeni çıkmışcasına bakımlı, sutyensiz giydiği askılı bluzuna varla yok arası mini bir etek eşlik eden güzel bir genç kadın açtı kapıyı. Beklediği tabii ki biz değildik. O da bakışlarıyla belli etti bunu zaten. Burnuna dayadığımız kimliklerimizi görünce, bütün yüzü yanaklarına sürdüğü allık gibi kırmızıya kesti. Amirimin, “Birkaç sorumuz olacaktı Arzu Hanım. İçeri girebilir miyiz?” sorusuyla kendine geldi genç kadın. Tedirgin bir biçimde eliyle içeriyi işaret etti. Zevkle döşenmiş salondaki kanepeye iliştik Amirimle. Arzu Hanım da karşımızdaki koltuğun ucuna ilişti. Kadındaki tedirginliği sezen Amirim, “Ahlâk’tan değiliz,” dedi, “Cinayet Büro’dan geliyoruz.” Cinayet Büro’dan geldiğimizi öğrenip de rahatlayan birine ilk kez rastladım. “Sanırım şeyle ilgili geldiniz,” dedi, “şu cinayetle…” “Telefonunda bulduğumuz mesajlara göre, cinayet gecesi Kudret Beyle randevunuz varmış,” dedi Amirim. “Vardı,” dedi Arzu Hanım. “Ama gelmedi. Sabah televizyondan öğrendim başına gelenleri.” “Ne kadar zamandır görüşüyordunuz kendisiyle?” “Birkaç aydır.” Alt dudağı sarktı. “Mekanı cennet olsun, çok iyi bir insandı kendisi.” Genç kadının dudağını toplamasını bekledi Amirim. “Medeni durumunuz nedir Arzu Hanım?” “Bekârım.” “Erkek arkadaş? Nişanlı?” “Hayır. Kimseyle ilişkim yok.” Defterimden kafamı kaldırınca göz göze geldik. Bir an için salak salak birbirimize baktık. “Yani duygusal olarak.” “Size kafayı takan, yalnızca kendisiyle birlikte olmanızı isteyen, kıskançlık yapan biri var mı?” “Hayır… Yok…” Mırıldanır gibi devam etti. “Çok fazla kişiyle görüşmüyorum zaten.” “Kudret Beyle olan ilişkinizi kimler biliyordu?” “Hiç kimse. Kudret bey cemiyet içinde önemli yeri olan bir insandı. O yüzden bu konuda oldukça titiz davranırdı.” *** Kriminoloji laboratuarının başında Amirimin akademiden sınıf arkadaşı olmasaydı, DNA sonucunu iki günde almamız mümkün değildi. Çankaya’da bir masaj salonunda koruma olarak çalışıyordu Saffet Övüner. Adam yaralamadan içeri girmiş, darbe girişiminden tutuklananlar nedeniyle cezaevlerinde yer kalmayınca, iki ay önce, denetimli olarak serbest bırakılmıştı. Haftada bir karakola gidip imza veriyordu. “Ben bir şey yapmadım,” dedi. “Hadi len!” dedi Amirim. “Söylediğiniz saatte salonda olduğuma dair şahitlerim var,” diye diretti Saffet. “İsimlerini ver de yalancı şahitlik, yardım ve yataklıktan onların da geçmişini sikelim,” diye karşılık verdi Amirim. Masadaki dizüstü bilgisayardan soygun görüntülerini izlettik Saffet’e. “Buradaki adamın yüzü görünmüyor,” dedi, “benim olduğumu kanıtlayamazsınız.” “Geçen sene ayaklarından vurduğun adamın yüzüne tükürdüğün için DNA analizi ile yakalanmışsın. Ama akıllanmamışsın ki, lama gibi her gittiğin yere tükürüklerini saçıyorsun. Seni nasıl bulduğumuzu sanıyorsun.” “DNA analizleri Adli Tıp’ta bir sene muhafaza edildikten sonra imha edilir,” dedim. “Kudret’i üç gün sonra vursaydın yırtacaktın.” Saffet dalga mı geçiyorum yoksa ciddi miyim anlayamamıştı. Yüzüme baktı: “Essah mı?” “Essah,” dedim. “Şansımı sikeyim!” diye mırıldandı. “Sen bize yardımcı olursan, biz de ifadende bunu belirtiriz, mahkeme heyeti de cezanı verirken bunu göz önünde bulundurur. Seçim senin… Seç ya da sıç!” dedi Amirim. Saffet kurtuluşunun olmadığını anladığından mı yoksa böyle kötü bir espriye bir kez daha maruz kalmayı göze alamadığından mı bilmiyorum, çözüldü. *** Kutsi’yi sorgu odasını gören tek taraflı aynalı odaya aldım. “Neler oluyor? Beni neden buraya getirdiniz?” diye sorup duruyordu. “Sakin ol,” dedim. “Bir şey içmek ister misin? Su getireyim mi sana? İhtiyacın olacak.” Penceredeki stor perdeyi kaldırınca gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Bu da ne demek oluyor? Yeşim’in ne işi var burada? Hemen avukatımı arıyorum!” “Önce izle istersen.” *** Uzun siyah saçlarını atkuyruğu yapmıştı manken kadar güzel Yeşim. Boyu ve bacakları yine uzundu. Ellerini masaya koymuştu, başı önündeydi. “Böyle olmasını istemezdim,” dedi masanın diğer tarafında oturan Amirime. “Kutsi’yi kaybetmeyi göze alamadım.” “Kudret Beyin seni gelin olarak kabul etmeyeceğinden mi korktun?” Başını kaldırıp Amirimin yüzüne baktı Yeşim. “Böyle bir şey mümkün değildi.” Kutsi öfkeyle yüzüme baktı, “Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz siz? Bu da ne böyle?” “Hişşşt,” dedim, “dinlemeye devam et. Ayrıca edebini takın, öyle haltlı maltlı konuşma!” “Daha tanışmamışsın bile adamla,” dedi Amirim. Yeşim, başını, masanın üzerinde kenetlediği ellerine eğdi yine, “Tanışıyordum… İki yıldan beri tanıyordum kendisini…” Amirim bir şey sormadı, Yeşim’in yüzüne bakmakla yetindi. “Kudret Beyin kız arkadaşıydım.” Kutsi bir şeyler söylemek istedi sanırım, ama sesi çıkmadı. Beti benzi atmıştı. “Kız arkadaşı mı?” diye sordu Amirim bu kez. “Adam altmış küsur yaşındaydı, kız arkadaşı değil kızı olacak yaştasın onun.” Derin bir nefes aldı Yeşim, “Anlayın işte…” Derin bir nefes de Amirim aldı, “Anlayabilsem keşke!..” “Dar gelirli bir ailenin kızıyım. Okul harcı, yurt parası, kitap masrafı, yeme içme… Zor bir hayatım vardı.” “Kudret de senin için kolaylaştırdı hayatı. Nasıl tanıştınız?” “Üst sınıftan bir kız arkadaşım açılışlarda, fuarlarda filan modellik yaptığını, iyi para kazandığını, benim de yapabileceğimi, anketörlük, garsonluk filan yaparak kendime yazık ettiğimi söyledi. Bir fuarda bana da iş ayarladı. Yatçılık ve denizcilik fuarı gibi bir şeydi. Lüks yatların filan olduğu. İşimiz birkaç saat sürmüştü. Arkadaşım gece bir işadamının kendisini yemeğe davet ettiğini, ama yanında bir arkadaşının olduğunu, benim de gelmemi istedi.” “Kudret miydi bu arkadaş?” “Evet. Beş yıldızlı bir otele yemeğe götürdüler bizi. Yemekten sonra odalarına çıkmamızı teklif ettiler. Ben kabul etmedim ama…” “Ama arkadaşın seni ikna etti. Alkol de almıştınız biraz.” “Sabah uyandığımda gitmişti. Komodinin üzerindeki paraya gördüm.” “Garsonluk yaparak bahşişlerle beraber bir ayda ancak kazanacağın parayı birkaç saatte kazanmıştın,” diye geçirdim içimden. “Ertesi gün telefon etti,” diye devam etti, “benimle görüşmek istediğini söyledi. Birkaç kez daha görüştük. Bir ay kadar sonra bana ev tutmak istediğini, onun gelmediği zamanlarda istediğim hayatı yaşamakta özgür olacağımı söyledi.” “Tamam, o kadar ayrıntıya girme,” diyerek eliyle durmasını işaret etti Amirim, “Kutsi ne zaman devreye girdi?” “Kutsi’yle arkadaşlarla gittiğim bir partide tanıştım.” “Baba ve oğluyla aynı zamanda mı ilişkin vardı yani?” “Kudret Bey’in oğlu olduğunu nereden bilebilirdim?” Kutsi sandalyeye çökmüş, ellerini başının arasına almış, yüzünü gözünü ovuşturuyordu. Amirim başını salladı, “Doğru… Bilemezdin… Ne zaman öğrendin?” “Üç ay kadar önce. İlişkimiz ciddiye binmeye başladığında bana telefonundaki aile fotoğraflarını gösterdiğinde. Şoke olmuştum. Böyle bir şeyin başıma geldiğine inanamıyordum.” “Seninki de talihsizlik. Koca memlekette…” “Hemen Kudret Bey’i aradım ve evleneceğimi söyleyerek ilişkimi bitirdim.” Kibar kızdı Yeşim, öldürttüğü adam için halâ Bey diyordu. Kutsi ise kızın kendisi ve yedi sülalesi hakkında daha başka şeyler söylemeye başlamıştı. Kendimi şu boktan Fransız vodvillerinden birini izliyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. “Sonra?” “Kutsi seni ailemle tanıştırmak istiyorum deyince ne yapacağımı şaşırdım.” “Saffet’i nereden tanıyordun?” “Geçen sene birisi takmıştı kafayı bana, peşimi bırakmıyordu. Bir arkadaşıma bahsetmiştim, rahatsız eden biri var diye.” “O da Saffet’i mi buldu sana?” “Evet. Sonra adam peşimi bıraktı.” Eh, adam kurşunlanmış bacaklarla ne yapsın? “Başına bu talihsiz olay gelince de aklına yine Saffet’e başvurmak geldi. Kudret’i öldürmesi için on bin dolar vermişsin adama.” “Aslında o kadar param yoktu. Annemin ameliyat olacağını söyledim, yarısını Kudret Bey’den, yarısını da Kutsi’den aldım.” Kutsi cama olanca gücüyle bir yumruk savurdu. *** Mahkemeye sevk edilmek üzere, narin bileklerine takılmış kelepçelerle savcılığa doğru yola çıktı Yeşim. Odaya Kutsi’yi almaya geri döndüğümde yerinde bulamadım. Bir veda bile etmeden gitmişti. Reha AVKIRAN. | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |