19:39 Kanser / dedektif hikaye | |
KANSER
Detektiw proza
■ Dikkat! Bu hikaye 18 yaşından küçükler için uygunsuz bilgi ve kelime içerebilir. 15 Eylül 2018, Suadiye Hamiyet Yüceses Sokağı’nın köşesindeki dedektiflik bürosu, İstanbul. Tilda, Dedektiflik Bürosu’nun kadrolu erkek kedisi Basti’nin alt çenesindeki şişlik nedeniyle kediyi veterinere götürdü. Veteriner hekim Basti’ye bir takım tetkikler yaptı ve bir hafta sonra sonuçlar için büroyu aradı. *** 8 Haziran 2007, Büyükşehir Belediyesi Ahlatlıbel Tesisleri, Ankara. Buz mavisi bir Levi’s 501 kot pantolonun içini doldurabilecek en güzel kalçaları seyrediyor olduğunu düşündü adam. Sabahın ilk saatlerinde Esenboğa Havalimanı’na indiğinden beri görev icabı bir oraya bir buraya sürüklenmiş, akşamında ise kendini bir rock’çı meslektaşı tarafından Büyükşehir Belediyesi’nin Ahlatlıbel tesislerinde düzenlenen Ankirock Festivali’nde bulmuştu. Yorgunluktan çimlere uzanarak 44 numaralı yürüyüş botlarıyla biten bacaklarını uzatmış, hem oryantal ezgileri gitar rif’lerine katık etmiş bu ilginç müzik festivaline kulak veriyor hem de uzandığı yerden etrafında dans edenleri seyrediyordu. Buz mavisi kotlu genç kadını tam o anda görmüştü. Çiçeği burnunda hukuk mezunu ve taze avukatlık stajyeri Tilda Ahırkapı, arkadaşının nikahı için geldiği Ankara’da bir rock festivali yapıldığını öğrenir öğrenmez soluğu orada almıştı. O akşam festivalde Erkin Koray sahne alacaktı. Sahnede omzunun bir yanından sarkan mavi uzun saç tutamı ve kafasının üzerinde punk modası şeklinde kazınmış saçları ile Hayko Cepkin, “Kurtarın beni / Tutun elimden düşmeden” diye başladığı şarkısına bağırarak ve böğürerek devam ederken Tilda geri geri gitti ve tam arkasında yerde uzanmakta olan 44 numaralı yürüyüş botlarının sahibine takılarak iki seksen yere devrildi. Sıkı kalçalarının doldurduğu buz mavisi Levi’s 501 kot pantolonu dün geceden ıslanmış çimlerin açık yeşiline boyanırken paçası da çamura battı. Yürüyüş botunun sahibi otuzlu yaşlarındaki adam, ensesini örten sarı uzun saçları ve atletik vücuduyla ayağa fırlayarak elinden tuttuğu genç kadını yerden kaldırdı.1.92 boyundaki adamın omuz hizasından bakan Tilda şaşkın bir gülümseme ile “Ben Tilda,” dedi. “I’m Hole, Harry Hole,“(1) dedi adam. O saniyeden itibaren kot pantolonunun çimen lekesini ve çamurunu unutan Tilda, Norveçli efsane (aslında o yıl yani 2007’de çözeceği Kardan Adam vakası ile efsane olacak) polis dedektifi Harry Hole ile koyu bir sohbete daldı. Harry de Tilda’yla sohbetten keyif almıştı ama bir farkla: o çimen lekeli buz mavisi pantolonu ve onu dolduran kalçaları aklından çıkarmamıştı. *** Sırayla çıkan şarkıcılar sürelerini aşıp da Erkin Koray’ı bekleyen kalabalık yerinden ayrılmayınca geç saatlerde sahne alan Türk rock’ının babasını dinlerlerken Tilda ve Harry dans bile ettiler. Bir ara Tilda’nın telefonunu isteyen Harry Hole, Türkiye’de kullanılması için verilen hattın numarasını genç kadının telefonuna tuşladı ama kendi telefonunu çaldırmadı. Böylece onu tekrar görüp görmeme kararını Tilda’ya bırakmıştı. Ne kadar zarif ve centilmence bir hareket dedi Tilda içinden. Ertesi gün mesai saatleri içinde dedektifi aramamak için kendini zor tuttu. Akşam üzeri Tilda Harry Hole’u aradı ve yemekte buluşmak için sözleştiler. Ankara’da evinde kaldığı kız arkadaşı Filiz, Tilda’nın o akşam hiç tanımadığı Norveçli bir dedektifle yemeğe çıkacağını öğrendiği an diretti: “Ben de geleceğim.” Tilda’nın kalbi reddetse de mantığı kabul ettiği için arkadaşına “Tamam,” dedi. Dedektif Harry Hole, Tilda ve arkadaşı Filiz’i yemek masasında görünce keyfi kaçacağına daha da neşelendi. Bu Asya ile Avrupa’yı birbirine bağladığı iddia edilen ülkede ne kadar çok insanla tanışırsa o kadar iyi diye düşünüyordu. Gizli bilgi olduğu için genç kadınlara neden Ankara’da olduğunu anlatamamış olsa da 1997’deki Sidney ve 1998’deki Bangkok maceralarından kesitlerle onları epey güldürdü. Yemekten sonra arkadaşının sarı volkswagen arabası ile Harry’yi kaldığı otele bıraktıklarında Tilda heyecandan iki dakika bile bekleyemeden mesaj tuşlarına sarıldı: “You’d rather have texted something romantic – Keşke romantik bir mesaj atsaydın.” Ardından gelen cevapla Tilda’nın ağzı kulaklarına vardı. “Romance is for two people-not three – Romantizm iki kişiliktir, üç değil.” *** Ertesi gün Tilda’nın yaşadığı şehir olan İstanbul’dan Ankara’ya gelme sebebi olan nikah vardı. Omuzlarına dökülen dalgalı koyu kumral saçlarını kuaförde dümdüz fönlettikten sonra siyah askılı elbisesi ve siyah topuklu stilettolarını ayağına geçiren Tilda, nikahtan sonra Filiz’den ödünç aldığı araba ile dedektifi otelinden aldı. İki gece önce buz mavisi kotu dolduran kalçaların devamında uzun ve güzel bacaklar olduğunu tahmin eden Hole, arabaya bindiği an bu tahmininde yanılmadığını anladı. Fakat festivalde kot pantolonu, siyah fermuarlı hakim yaka kot ceketi ve ayağında siyah spor ayakkabısıyla makyajsız doğal dalgalı saçlı halini beğendiği o genç kadının yerinde yeller esiyordu. Şu an topuklu ayakkabıları ile zorlanmadan araba kullanan, askılı diz üstü elbisesi oturduğu için yukarı toplanarak bacaklarını açığa çıkarmış, dalgalı saçları mısır püskülleri kadar düzleşip omzundan aşağı sarkmış bu kadın, sanki diğerinin daha aklı başında daha oturaklı bir tek yumurta ikiziydi. Festivalin son akşamıydı. Süslü elbise ve topuklu ayakkabılar giymiş bu kadınla, Ortadoğu’dan Batı Avrupa’ya kadar uzanan bir yelpazede yer alan çılgın melodileri nasıl dinleyeceğim acaba diye kara kadar düşündü Harry. Hele konser alanının ıslak çiminde ve çamurunda o topuklularla nasıl yürüyecek diye telaş bile etti. “Konser alanına gitmeden önce arkadaşımın evine uğrayacağız,” dedi Tilda, nedenini söylemedi. Eve girince Harry’ye bir sade nescafe hazırladı ve “Benim 20 dakika kadar işim var,” diyerek ortadan kayboldu. On yedi dakika sonra ıslak saçları dalgalı halini alsın diye jöleleyerek içeri girdiğinde Harry rahatladı. İşte karşısında yine kot pantolonunu çekmiş, yüzündeki ağır makyajını silmiş sade Tilda vardı. *** Konser alanına vardıklarında Ogün Sanlısoy sahnedeydi: “Saydım, her gün aynı dön / Ben isterken dön.” Bateri ve bas gitardan çıkan ritmin ciğerlerinde gümbürdeyen sesi ve güçlü bir gürültüyle inleyen elektro-gitar nağmeleri eşliğinde, ikilinin aralarında amperi sürekli yükselen bir elektrik akımı doğdu. Konserin bitmesini beklemeden ne zaman arabaya bindiler, ne zaman Filiz’in evinin önüne geldiler ve arabadan inmeden hangi ara öpüşmeye başladılar ikisi de farkında değildi. Kapıyı arkalarından kapatır kapatmaz ikisi de kapıya yaslandılar. Harry Tilda’yı kalçalarından kavrayıp kapının üzerinde sürükleyerek yukarı kaldırdı. İtiraf etmeliydi ki genç kadını ilk gördüğü andan beri aklından geçen şeydi bu. Tilda uzun bacaklarını adamın beline dolarken ensesini örten sarı saçlarından kavradı. Daha öpmeye başlamadan hırsından adamın alt dudağını ısırdı. Harry acıyla inledi, o da vampir misali Tilda’nın boynuna yapıştı. Dikey olarak sevişmek diye bir şey varsa şu an yaptıkları oydu. Vücutlarının sürtünmesinden giysilerinin alev almaması bir mucizeydi. Sonrası klasik fizik kanunuydu: bedenlerinden yayılan potansiyel enerji, elbet kinetik enerjiye dönüşecekti. *** “Biliyor musun?” dedi Tilda, “Tanıştığımız ilk akşam sen öyle ayaklarını uzatmış yerde uzanıyorken, ben en az 44 numaralı kocaman ayakkabıları görüp bunların sahibi epey uzun boylu olmalı diye düşünmüştüm. Geri geri gelirken bacaklarına takılıp üzerine düşmem tamamen tesadüftü ama bir çita çevikliğiyle beni ayağa kaldırdığında boyunun uzunluğu konusunda yanılmadığımı anladım.” “Boy o kadar önemli mi senin için?” diye güldü yakışıklı dedektif. “Bir adamla topuklu ayakkabı giymişken yan yana duracaksam yanımda tuzluk kadar görünsün istemem,” diyerek gözlerini devirdi Tilda. “Hele ki erkek boy ortalamasının bile üzerinde boyu olan bir kadınsan işin zor!” “Demek beni, yanımda topukluyla bir kilise koridorunda yürümeyi hayal edecek kadar beğendin,” diye sırıttı Harry. Tilda, Harry’nin midesine okkalı bir yumruk indirirken, adamın üzerinden adeta ezip geçerek sağ yanından sol yanına kaydı. “Gelinlik filan hayal etmedim bay ukala! Ama bunu hayal etmiştim mesela!” diyerek çıplak bedeniyle tekrar adamın hiç gün yüzü görmemiş gibi bembeyaz bedeninin üzerine uzanarak onu öpmeye başladı. *** Harry Hole iflah olmaz bir alkolik, görev ve sorumluluk açısından berbat bir polis ama gözlem ve muhakeme yeteneği bakımından müthiş bir dedektifti. Zaten bu kadar kötü huyları olmasına ve kanun adamı statüsündeyken bile kanunları çiğneyerek iş yapmasına rağmen Norveç Polis Teşkilatı’ndan atılmamasının sebebi bu gözlem ve muhakeme yeteneğiydi. Bir işten veya bir ortamdan çok çabuk sıkılıyor, eğer onu tatmin etmeyecek cevaplar aldıysa şiddete başvurabiliyor, çözümsüz kaldığını hissettiği anlarda ise hacim olarak %50’dan az alkol içermeyen herhangi bir şişeyi dibini görene kadar kafasına dikebiliyordu. Sidney ve Bangkok görevleri gibi Ankara’ya da bir Norveç vatandaşının karıştığı bir cinayet vakası için gönderilmişti. Zaten Oslo Emniyeti Cinayet Masası’nda yurt dışı görevi denince akla ilk gelen isimdi Harry Hole. Bunu bir iltifat olarak mı kabul etmeliydi, yoksa onu mümkün olduğunca uzak memleketlere yollayan şefinin “Biraz da biz kafamızı dinleyelim” cümlesini üzerine mi alınmalıydı bilemiyordu. Türkiye’nin başkentindeki vakayı da buradaki meslektaşlarıyla beraber tereyağından kıl çeker gibi çözmüştü. Şimdi önünde çözmesi gereken başka bir vaka vardı ki bunu çözmesi sandığı kadar kolay olmayacaktı. Vaka 1.75 boyunda, dalgalı kumral saçlı, ince bir bedeni ama dolgun kalçaları olan deli dolu bir kadındı. Harry, otel odasındaki mini barın tüm içeriğini iki dakikada içip bitirdikten sonra otelin arka sokağında daha önce keşfettiği alkollü içki büfesine koştu. Büfenin kapalı olduğunu görünce bir meslektaşına telefon edip en yakın nereden içki alabileceğini öğrenmek istedi. Saatin 22.00’yi geçtiğini ve ülke kanunlarına göre bu saatten sonra alkollü içecek satışı yapılmadığını öğrenince kendi kendine güldü: “Demek Türkiye’de doğsaydım bir alkolik olamayacaktım çünkü ben hep gece vakti dışarı çıkarım içki almak için!” *** Dedektif Hole “Şu an avukatlık stajı yapıyorsun ama mesleğini yapmayacaksın,” dedi Tilda’ya. “Nedenmiş o?” diye dudak büktü Tilda. “Sherlock Holmes’çülükten bıktın Nostradamus’çuluk oynamaya mı başladın yoksa!” “ Kim bilir?” dedi Harry. “Belki de bu ülkenin ilk kadın dedektifi olursun!” Tilda kahkahalarla güldü. “Ne yani o kadar hukuk kitabını senin gibi kıldan, tüyden, çamurdan ipucu arayıp birilerini suçlu ilan edeyim diye mi okudum ben?” “Kıl tüy demişken, İstanbul’da siyah beyaz bir kedin var. Giydiğin tüm giysilerin üzerinde en az üç ve daha fazla tüyünü bırakmasından belli. Benimle birlikte olduğun uzun saatler boyunca annenden ne telefon ne de mesaj geldi demek ki anneni ya kaybetmiş ya da ona küsmüş olmalısın. Bir kadının annesiyle olan bağlarını bilmemek için salak olmak lazım. Bence maalesef onu kaybettin çünkü senin kadar neşe dolu bir insan kimseye küsmüş olamaz. Saçlarının dalgalı halini beğeniyorsun ama resmi ve şık olman gereken yerlerde düz saçlı olman gerektiğini çünkü düz saçlarının sana daha ağır bir hava verdiğini düşünüyorsun. Şekil senin için önemli. Kocaman ayakkabılarım yüzünden benim uzun boylu olduğumu tahmin etmiştin ama inan kısa boylu da olsaydım benle dans ederdin. Çünkü uzun boylu bir salakla birlikte olmaktansa kısa boylu bir beyefendiyle birlikte olmayı tercih eders_” derken kafasına yastığı yedi Harry Hole. “Ama alkolik bir beyefendi!” diye bağırarak koltukta otururken yaslandığı kuş tüyü yastığı adama fırlattı Tilda. Harry çırılçıplak yataktan fırladı, Tilda’nın oturduğu koltuğun önünde diz çöktü. Kollarıyla genç kadının bacaklarını kalçalarından kavradı. “Sanırım çok konuştum ben,” diyerek yüzünü Tilda’nın kasıklarına gömdü. *** Tilda ıslak bedenine sarılı beyaz banyo havlusu ile yatağın kıyısına ilişti: “Sana bir şey söyleyeceğim. 2007 yılındayız ve ben aslında şu an hayal bile edilmedim.” “Ne demek bu?” diye şaşkın şaşkın sordu Harry elindeki 70’lik Jim Beam Black Extra-Aged şişesini tepeye dikerken. “Hadi Harry ikimiz de biliyoruz gerçek olmadığımızı. 2007 senesinde beni yazan kişinin aklından bile geçmemiştim: Türkiye’nin ilk Ermeni asıllı Türk kadın dedektifi! Vay be! Sense bir futbolcu, ekonomist, müzisyen, gazeteci ve hepsinin yanında yazar olan Jo Nesbo’nun hayalinden fırlamış efsane bir dedektifsin. İşin ilginç yanı senin 2007’den sonraki maceralarından bazılarını biliyorum ben. Birinin geleceğini görmek gibi bir şey bu.” “Bir şişe Jim Beam deviren ben miyim sen misin?” diye hafiften dili dolaşarak sordu Harry. “Neden abuk sabuk konuşmaya başladın anlayamadım Tilda. Kim kimi yazmış? Kimin geleceği? Sen hayal bile edilmedin ne demek? Nesbo kim? Bütün bunları bu sarhoş kafamla çözmemi beklemiyorsun değil mi?” diyerek yatakta doğruldu. Tilda başını önüne eğdi: “İç içe geçmişiz. Sanki Matrix filminde gibiyiz. Kim içeride kim dışarida, kim önce kim sonra bilemiyoruz. Maalesef Norveç’in en iyi dedektifini tuttuk ama çözemiyoruz…” “Kim içeride kim dışarıda bunu çözmek kolay olmayacak…” Harry bu son cümleyi Tilda’nın kulağına fısıldarken kadını yatağın kenarında oturduğu yerden kendi üzerine çekmişti bile. *** Tilda ve Harry birlikte Ankara’dan İstanbul’a geldiler. Tilda’nın ailesinden miras Suadiye Hamiyet Yüceses Sokağı’nın köşesindeki eve iki hafta kapandılar. Harry Sidney ve Bangkok’ta da yaptığı gibi uçağını kaçırmış, memleketine dönme olayını geciktirmiş, izini kaybettirdiğini sanarak İstanbul’da Sidney’den sonra hayatının en mutlu günlerini geçirmişti. Bunu Tilda’ya da itiraf etmişti. “Senin soruşturduğumuz vakayla hiçbir ilişkin olmamasından dolayı çok mutluyum. Sen kadar olmasa da beni en son mutlu edebilen kadın Sidney’de cinayete kurban gitmişti.” “Sanırım bu evin ikinci odasını yıktırıp salona kattıracağım,” dedi Tilda. Harry’nin anlattıklarını dinlemiyor gibi görünüyordu. “Neden?” dedi Harry şaşkın şaşkın. “Eğer buraya bir dedektiflik bürosu açacaksam daha geniş bir ofis alanı lazım da ondan!” diye göz kırptı Tilda. *** 25 Haziran 2007, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali, İstanbul. Tilda, Harry’yi Oslo’ya kalkacak uçağı için yolcu etmek ve uçağa bindiğinden emin olmak için havalimanına gelmişti. Efsane dedektif, daha önce kendi de bunu denemiş, uçağı bilerek kaçırarak soluğu tekrar Tilda’nın yanında almıştı. Aşık olmak güzeldi ama ikisinin de görev ve sorumlulukları dağ gibi yığılmış onları bekliyordu. Harry bunlardan alkol şişelerine sığınarak kaçabilmeyi başarıyordu. Tilda’ya gelince henüz gelecekte ne yapacağına karar verme aşamasındaydı, sorumluluklarını boşlayamazdı. “Bana aşık mısın?” Sesini biraz alçaltarak sormuştu soruyu Tilda. Saçını elindeki lastikle toplarken dikkatlice Harry’ye baktı. Harry hislerini dinledi. “Şu anda değil.” Tilda güldü, yüzü şaşkın bir hal aldı. “ Şu anda değil mi? O ne demek?” “Şu anda ayrılıyor olduğumuz için ruhumun o kısmı kapalı kalacak demek.” Tilda başını iki yana salladı. “Sen arızalı birisin Hole.”(2) Harry’yi yolcu ederken arkasından bağırdı. “You’re an asshole Harry Hole. But I think I loved you- Sen bir pisliksin Harry Hole ama sanırım seni sevdim.” *** 15 Ekim 2018, Suadiye Hamiyet Yüceses Sokağı’nın köşesindeki dedektiflik bürosu, İstanbul. Mehmet: Tilda bir aydır bürodan hiç çıkmadı değil mi Tijen Hanım? Tijen Hanım: Elinde tüm Jo Nesbo külliyatı ile kapandı büroya Mehmetciğim. Bir de internetten tam beş tane 1000’lik puzzle ısmarlamış. Deli gibi puzzle yapıyor içeride. Bu ay hiç müşteri kabul etmedik ya, bu seferki Tilda ve Diğerleri maceramız için üstteki hikayeyi yazıp göndermiş. Mehmet: 2007 mi? Ankirock festivali mi? Dedektif Harry Hole mü? Ah Tilda ah! Neler de geçiyor aklından! Ve hiç konuşmuyor öyle mi? Tijen Hanım: Evet, Basti’yi veterinere bıraktığından beri konuşmuyor. Mehmet: Hey Allahım! Önceden desenize şunu! Hangi veteriner olduğunu biliyorsunuz değil mi? Arayıp durumunu öğrenelim. *** 22 Eylül 2018, Suadiye Hamiyet Yüceses Sokağı’nın köşesindeki dedektiflik bürosu, İstanbul. Basti’nin alt çenesinde ağzının içindeki şişlik büyüdü büyüdü, hayvancağız sanki ağzının ucunda bir ciğer parçasıyla geziyormuş gibi bir hal aldı. Yemeden içmeden kesildi. Tilda patolojik inceleme için veteriner tarafından alınan parçanın sonuç raporu gelmeden durumu kavradı. Siyah-beyaz erkek kediyi hiç istemeyerek götürüp veteriner kliniğine yatırdı. Bir hafta sonra sonuç için aradıklarında Tilda halihazırda kendini büroya ve dış dünyaya kapatmıştı. Basti’nin ağzındaki oluşum mitotik indeksi yüksek-malign melanom denen bir şeydi yani ağzındaki şişlik büyüme ihtimali yüksek kötü huylu bir tümördü. Basticik kansere yakalanmıştı. __________________________________ (1) Harry Hole, Norveçli yazar Jo Nesbø’nun 1997 yılında basılan "Yarasa" isimli ilk romanıyla başlayan seri polisiye romanlarının başkahramanı olan cinayet masası dedektifidir. (2) Bu paragraf Jo Nesbo’nun Leopar isimli kitabının 439. sayfasındaki diyalogdan uyarlanmıştır. Tuğba TURAN. | |
|
Teswirleriň ählisi: 0 | |